Sarayın bulunduğu tepenin batı tarafında, son Türk vezirinin şehit olduğu yere Macarlar bir anıt yapmışlar. Çıplak ve şahlanmış bir atın üstünde bir borazan, ufuklara hangi gerçeği haykırıyordu. Hüseyin efendi, anlattı, Ahmet dinledi: "İkinci Viyana kuşatmasının yorgunluğunu henüz atmadan, geldiler, Budin önlerine Avusturyalılar ve kuşattılar nazlı Budin'i. Türkoğlunun gelinini. İstanbul, karışıktı ama, Budin kendilerine emanet bırakılanlar, vazifelerini iyi biliyorlardı. Kumandan, Kara Mehmet Paşa'dır. Köprülüler devrinden kalma bir erkek vezirdir. Topların patlamasıyla birlikte koca vezir, bir bakmışsın açılan bir gedik önünde bir nara gibi heybetli, bir bakmışsın bir nefer gibi hendekte göğüs göğüse çarpışmaktadır. Kumandan nefer olunca, her nefer bin er oldu. Günler haftalar geçti. Gülleler geldi, humbaralar patladı. Ve bir patlama koca vezirin ellerini parçaladı. Elleri sarıldı, o yine gediğin önünde hendeğin böğründedir. Haftalar geçti, yaka yaka, vura vura. Ve bir humbara patladı. Müthis bir toz tuman, göz gözü görmüyor. Toz duman kalktı. Gözlerini açanlar, keşke toz duman hiç kalkmasaydı, göz gözü hiç görmeseydi, dediler. Koca vezirin, belden aşağısı parçalanmıştı. Ama o aldırmadı. Yarım gövde ile son emirlerini verdi. Kır sakalı pıhtılaşmış kırmızı beneklerle alacalı ve parlak gözleri son enerjiyle kızıl şule halinde, yarım gövde, kaleyi vermeyin, dedi, kendini şehitliğin kanatlarıyla Allah'a verdi. Serhat boyu gazileri kumandanlarına verdikleri sözü tuttular. Tam yüzyirmi gün dayandılar. Dayananların ahde emanete sahip çıkma gayreti, düşmanın inadına üstün çıktı, düşman kaçtı. Yarım gövdenin vasiyeti bütün Avusturya'yı yendi. İki yıl sonra, Osmanlı'nın Nemçeli dediği Avusturyalılar tekrar geldiler, bu sefer yüzbinler olarak. Artık, Budin, serhat Türkü için büsbütün gurbetti. Budin'de deryada ada gibi düşman içinde kalmıştı. Bir kalelik Türkü, yüzbinler sardı. Tam yetmişsekiz gün dayandılar, dayandıkça dayananlar azaldı. Son gün seksenini geçkin kumandan Abdi Paşa, elinde kılıç, yirmisini yeni geçen bir akıncı gibi savaştı. Süt gibi ak sakalı kırmızıya boyanarak şehit düştü, bütün askerleri gibi. Nemçeli kaleye girdiğinde hayatta kalan tek bir Türk askeri yoktu. Düşman girdi, kale düştü, nazlı Budin, düşman eline geçti, fakat biz vermedik, verildiğini gören yoktur. Can verdik, kale değil, alamadılar, alınacak diri yoktu, sadece girdiler. Nazlı Budin düşmesin diye toprağa düşmüştük, girdikleri yer de kale değil, şehitlikti, gül bahçesiydi." Kara Ahmet, Hüseyin efendinin anlattıklarıyla kendinden geçti, bulunduğu yerde, şehitlerin topraktan al kanlarıyla güller içinde kalktıklarını hissetti. *** Ahmet, 21 Ekim 1900'de ölümlerden döndüğü Macaristan'dan İstanbul'a döndü. Ahmet'in Budapeşte'deki güreşlerinin bir kısmı 17 Teşrinievvel (Ekim) 1900 tarihli Sabah gazetesinde verilmişti. Ahmet, sağ salim memleketine kavuşmaktan sevinçli, Benoit'e rastlayamamaktan üzüntülüydü. Ahmet'e gurbetten İstanbul'a geldiğinde gidecek bir yuvasının, yolunu bekleyen eşinin, çocuklarının bulunmaması çok zor geliyordu. "Artık, Benoit'tir, kızılelmadır diye koşturmayıp yüzü gözü düzgün temiz bir aile kızıyla evlensem mi?" diye düşünmeğe başlamıştı. ¥ DEVAMI VAR