Osmanlı mülkünde, Fransa ve ABD'de yaptığı güreşler ve haliyle, korkunç gücü ve ustalığı yanında, cesaret ve karakteriyle Batılıları kendine hayran bırakan, "Türk gibi güçlü" sözünü söyleten ve 1898 yılında, Atlas Okyanusu'nun mavi sularında ebedi güzelliklere kavuşan Koca Yusuf, güreşimizin son alperenlerindendi. Bu satırların yazarına, Koca Yusuf'un hayatını roman şeklinde Türkiye Gazetesi'nde tefrika ettikten sonra, Bab-ı Ali Kültür Yayıncılık'ın büyük desteğiyle kitap halinde bastırmak nasip oldu. "Cihanı Titreten Türk Koca Yusuf - Yalnızca Güle Yenildi" ismiyle hayatı kitap haline getirilen Koca Yusuf'un güle nasıl yenildiğini, gerçek pehlivanın kim olduğunu, yağlı güreşin niçin yapıldığını, Kırkpınar'ın ne anlattığını merak edenler söz konusu kitabı, 0 212 454 21 65 nolu telefondan temin edebilir. Cenge gönderilir gibi Gelelim, Kırkpınar güreşlerinin içinde nice bin güzel mânâ, hatıra taşıyan motiflerine: Pehlivanlar, niçin Allah Allah sesleri, Hazreti Muhammed'e salavatlarla ermeydanına gönderilir? Türk askeri, cenge de bu şekilde gönderilir de onun için. Kırkpınar güreşleri, barış zamanında harbe hazırlığı, sahip bulunulan maddi - manevi değerlere sahip çıkmak için, madden ve manen güçlü olmayı sembolize ettiği için, cenkteki bütün özellikler, yağlı güreşte de vardır. Asker, savaşta, mehter marşlarıyla, yağlı güreşçilerse, davul zurnanın vurduğu kahramanlık türküleriyle coşmaktadır. Pehlivanlar, davul zurna eşliğinde dualarla ermeydanına gönderilir. Pehlivanlar, niçin güreşten önce kıbleye karşı durur? Güreşler, Allah yolunda savaşa hazırlık olduğu için. Türk'ün hayatında, davul zurna üç yerde vardır: Düğün, savaş ve güreşte. Savaş, sahip olunan güzelliklerin düşmana karşı savunulmasıdır. Güreşse, düşman, nefis ve kötü arkadaşla (çevreyle) savaşa hazırlıktır. Düğün de, hayat savaşında en önemli basamaktır. Osmanlılar zamanında ve Cumhuriyet'in başlarında Kırkpınar, Hıdrellez günü başlardı. Nasıl Türk orduları genelde sefere baharda çıkıyorlarsa, pehlivanlar da baharın müjdecisi Hıdrellez günü ermeydanına çıkıyorlardı. Türk geleneğinde, spor, amaç değil, güzelliklerin savunulmasında bir araçtır. At yarışları, kılıç - kalkan, cirit, okçuluk, güreş, lobut, gürz ve mızrak atmak gibi Türk sporlarının hepsi, savaşa hazırlık içindir, insanı eğlendirirken eğitmeye yöneliktir. Ok, kılıç, mızrak, gürz, at gibi spor vasıtaları, aynı zamanda savaş vasıtalarıdır. Türk toplum hayatında yediden yetmişe kadın erkek herkes sporcuydu, zamanının silahlarını en iyi şekilde kullanırdı. Genç kızlar, ancak, güreşte, ok atmakta, kılıç kullanmakta kendisini yenen kimseyle evlenirdi. Dede Korkut hikayelerinde anlatılan Bamsı Beyrek - Banı Çiçek hikayesi bunun en güzel misalidir. Yağlı güreşte asıl olan ustalık, bilgi, kuvvet, cesaret ve metanettir. Kilo ve yaş sınırlaması yoktur. Bileği ve yüreği güçlü, 50 kiloluk 60 yaşındaki ihtiyar hak etmişse başta güreşebilir. Peşrev insanlık destanıdır Geleneksel yağlı güreşte, zaman sınırlaması yoktur. Bugün, güreşleri, planlanan zamanda bitirebilmek için zaman sınırlaması getirilmiştir. Peşrev, yağlı güreşçilerin, güreşe başlamadan önce ısınmak için yaptıkları, yağlı güreşin mânâsını anlatan bir çok güzellikler, gizli ısınma hareketleridir. Yağlı güreşte, peşrev başlı başına bir destandır. Peşrev, Türkoğlu'nun vatan tutmak için Türkistan'dan Anadolu'ya, oradan da Avrupa'ya akışının ifadesidir, Türkoğlu'nun tarih macerasını anlatır. Peşrev, Türkoğlu'nun sembolleri, 'ok, yay, at, kurt ve kartal'ın figürleriyle donatılmıştır. Türkoğlu'nun, yurt tutmak için tarih boyunca akışı, yüzlerce yıl önce yazılan Şecere-i Terakime (Türkler'in Soyu) adlı kitapta, "Oğuz ili göçüp yürümedik yol var mı / Evin tutup oturmadık yurt var mı?" sözleriyle anlatılır. Peşrevdeki güzellikler, ciltler dolusu kitapla anlatılmaz. Biz kısaca vermeye çalışalım. Peşrevin başlangıcında, pehlivanlar diz çöküp, sağ elini toprağa dokundurduktan sonra, üç defa dizine, dudaklarına ve başına götürürler. Bu, "Ey pehlivan, gücün, ustalığınla mağrur olma, topraktan geldin, yine toprak olacaksın, sahip bulunduğun nimetlerin hesabını vereceksin, gücün, malın fazlalığı, mesuliyeti fazlalaştırır. Sendeki bütün güzellikler, güç, kuvvet, Yüce Mevla'nın bir emanetidir. Bunların hesabını vereceksin" mânâsındadır. Güreşçiler, peşrev esnasında, eliyle rakibinin paçasına dokunurlar, ellerini dudaklarına, sonra da başına götürürler. Bu, "Ben pehlivanlıkta, senin ayağının tozu olamam" demektir. İkinci mânâsıysa, rakibinin en büyük silahı olan paçalarının sağlam bağlanıp bağlanmadığını kontrol etmektir. Bu nasıl spordur ki, rakibinin en önemli silahının çalışıp çalışmadığını kontrol ediyor. Kispette üç düğüm Rakipler, birbirlerinin sırtlarını sıvazlarlar, bu; hem rakibinin iyi yağlanıp yağlanmadığını kontrol etmek, hem de helalleşmektir. Kispet 40 parçadan yapılır, bu kırklara, evliyalara işarettir. Pehlivanlar, güreş esnasında, "hayda" diyerek rakiplerini teşvik ederler, cesaretlendirirler. Kispetin kasnak sicimine üç düğüm atılır. Birinci düğüm, Allah'a kulluğa, ikinci düğüm Hazreti Muhammed'e ümmet olmaya, üçüncü düğüm de pirin, ustanın hakkına işarettir. Paça bendi, üç kat sarılırdı, bunlar tasavvuftaki şeriat, tarikat ve hakikat üçlüsüne işaret ederdi. Kısacası, Osmanlılar zamanında kurulan Güreş Tekkeleri'nde, (Spor Akademileri), tasavvuf, Ahilik terbiyesi ve eğitimi aynen geçerliydi. Kispet, iki rekat namaz kıldıktan sonra abdestli olarak sırtında yere kadar uzanan beyaz gömlek varken giyilir. Bu şekilde, hem pehlivanın avret yerleri gözükmemiş olur, hem de pehlivan, şehitlerin yadigârı bir sporu yaptığını hatırlar. Ancak günümüzde pehlivanlar buna dikkat etmemekte, avret yerleri meydanda giyinmektedir. Önceden, ilk defa kispet giyilişinde "Kispet giyme töreni" yapılırdı. Kispet giyen, ateşten gömlek giymiş sayılırdı, artık o pehlivan, kispetin hakkını vermeye, tam bir alperen gibi davranmaya, haktan, adaletten, ahlâkın en güzelinden ayrılmamaya mahkûmdu, eğer ayrılırsa güreşten men edilirdi. Yenecek rakibi kalmayan pehlivanlar, kispetlerini asılmak üzere Kâbe'ye gönderirlerdi. Bu, "Ya Rabbi, senin verdiğin güç, akıl, çalışma, cesaret gibi nimetlerle, yenmediğim insan kalmadı, ancak, ben senin aciz bir kulunum. Kulluğum nefsime değil, sanadır. Beni nefsime kul olmaktan, onun azgınlıklarından koru" demektir. Kurtdereli Mehmet Pehlivan'ın kispetini Kâbe'ye gönderdiği söylenmektedir. Pehlivanlık en büyük unvandı Güçleri, pehlivanlıkları birbirine eşit olan pehlivanlar, birbirlerinin pehlivanlıklarını söndürmemeleri için 'kardeş pehlivan' ilân edilirler. Adalı Halil ile Kurtdereli Mehmet Pehlivan, kardeş pehlivandılar. Bunlar, birbirleriyle ciddi güreş yapmazlardı. Güreşçi Türkçe, pehlivan ise Farsça'dır. Her ikisi de yiğit, sarsılmaz, cesur mânâsına gelmektedir. Güreşçiye pehlivan denilmesi, 11. yüzyıldan sora dilimize girmiştir. Pehlivan ismi, özel isim olarak konulmuştur. Büyük Selçuklu Emiri Şemseddin İldeniz, oğlunun ismini Nureddin Muhammed Pehlivan koymuştur. Bir kimseye pehlivan denilmesi, onun için en büyük övgüydü. Osmanlı şairi, Birinci Murad'ı şiirinde, "Nevcivan idi hem de pehlivan" diye övmüştür. Eskiden bir kimse, bir defa pehlivan diye o sıfatla anıldı mı maddi kuvvetini manevisiyle bezemek zorundaydı. Zira halkın nazarında pehlivan, sadece vücut kuvvetini ifade eden bir mefhum değildi; çok dürüst, iyi huylu, iyi ahlâklı, fazilet sahibi, kâmil bir insana delalet ederdi, çocuğa, kıza, kadına emniyet vermesi gerekirdi. > DEVAMI YARIN