Ahmet'in kızılelma peşinde kanatlanan gönlü, zaman ve mekan tanımaz... Türkistan illerinden...Taşkent, Buhara ve Yesi şehrinden Söğüt'e Bursa'ya, Edirne'ye, Kırkpınar'a akardı... Oradan da İstanbul'a, Plevne'ye, Şumnu'ya, Razgırad'a, şimşek gibi çakardı. Buralarda da duramaz... Avrupa içlerine, bilemediği ülkelere uçardı. Şehit olan ana-babasının da kendisiyle birlikte olduğunu hissederdi. Hikmet Dede'nin vasiyetinde bahsettiği Yusuf, iki yıl önce... 1884 Hıdırellezi'nde, Kırkpınar'da efsanevi Aliço'dan başpehlivanlığı almıştı. O günden bugüne geçen iki yıl içinde bütün Deliorman yöresinde tek şey konuşuldu... Yediden yetmişe erkek-kadın bütün Deliormanlılar tek şeyden bahsettiler... Koca diye anılan Yusuf ile Aliço arasındaki güreşten... Bu güreş, Gazi Osman Paşa'nın Plevne'de kazandığı şanlı zaferleri, "Tuna Nehri akmam diyor" türküsünü bile ikinci sıraya düşürmüştü. Yusuf'un, Aliço'nun iyice yorulduğunu fark edince, böyle bir efsanenin yenilerek sahadan ayrılmasına gönlü razı olmadığı için nasıl pes ettiği... Bunun üzerine Aliço'nun "Bre siz ne kadar kalın kafalı insanlarsınız. Yusuf, yenileceği için değil, efsanevi Aliço'nun daha kötü durumlara düşmemesi için mertlik göstererk pes etti. Meydan bundan sonra Yusuf'undur" diyerek Yusuf'u nasıl başpehlivan ilan ettiği anlatılıyordu... Oğuz Kağan Destanı, Battal Gazi, Sarı Saltuk'un, Demir Baba'nın efsanelerinin anlatıldığı gibi... Kara Ahmet, Koca Yusuf ile tanışmak, Hikmet Dede'nin selamını iletmek için çok gayret etmiş, ama gariplikten, kimsesizlikten buna muvaffak olamamıştı. Kimsesi kalmayan Ahmet, 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sonrası çok fakir düşen harap olan Deliorman yöresinde dolaşıp durmuştu... Boğaz tokluğuna çiftlikler çalışmak, çobanlık yapmak zorunda kalmış, kara sevdalısı olduğu güreşi yapmaya fırsat bulamamıştı. Bugünkü güreşe de Hikmet Dede'nin vasiyetini tutabilmek için çalıştığı çiftlikten kaçarak gelmişti. Osman Paşa'dan Hikmet Dede'ye, şehit olan anne-babasına, kayıp ablasına, kızılelmadan Koca Yusuf'a, Aliço'ya, güreşlere... Binbir düşünce ve hatıra arasında bocalayan Ahmet, ne yapsın, nereye gitsin bilemiyordu. Çiftliğe dönemezdi. Bugün çok üzülmüştü. Hâlâ tereddüt içindeydi, Deli Hafız'ı beklemek konusunda. Yakup pehlivanın karşısında düştüğü güç durumdan sonra kimseyi görmek, kimseyle konuşmak istemiyordu, özellikle de Deli Hafız pehlivanı... Deli Hafız, güreşmesine mani olmuş hem de çok ağır konuşmuştu. Ama, Deli Hafız "Bekle" demiş, o zaman bekle emrine ses çıkarmamıştı. Şimdi kalkıp gitmesi mertliğe sığar mıydı? Gitmeli mi beklemeli mi düşünceleri arasında bocalayan Ahmet, zorlu bir pehlivana yenilmemek için çırpınıyordu. Günlerdir yürümekten ve sonrası da güreş yapmaktan doğan bir yorgunluk pehlivanı, Ahmet'i kündeye almak, sırtüstü atmak üzereydi. Ahmet, direniyor ama yorgunluk denen başpehlivan dinlemiyordu. Ahmet'in bütün çırpınması fayda vermedi. Yorgunluk denen başpehlivan, doldurduğu kündeyi atarak Ahmet'i sırt üstü yendi. *** -Hey Ahmet, uyan evladım. Ahmet, çok derin uykulardaydı. Ses, Ahmet'i uyandırmaya yetmiyordu. ¥ DEVAMI VAR