Yerinden sıçradı

A -
A +

"Avrupa şehirlerinden bıktım. Artık Avrupa'ya güleşe gitmek istemiyorum. Yedi aydır Avrupa'da yüzlerce güreş yaptım. Onlar için güreşçiler, sirk cambazlarından farksız. Güreş ise yalnızca eğlence için yapılıyor. Frenk güreşçileri içinde beni en fazla zorlayan Pons oldu." 12 Haziran 1900 öğlen civarı... İstanbul'daki Sabah Gazetesi... Kara Ahmet, yedi aylık Avrupa macerasını anlatıyordu, Potur, kuşak, cemedan ve salta giyinmişti.1899 Cihan Şampiyonluğu Kemerini ve madalyaları da yanında getirmişti. Gazi Osman Paşa'nın ölümünü öğrenen Ahmet, kimseyle, görüşmek istemiyordu. Aksaray'da Razgıradlı hemşehrilerinin evinde kalıyordu. Gazetecilerin, "Sen milli kahramansın. Saklanmağa, gizlenmeğe hakkın yok. Bütün Osmanlı, seni merak ediyor." diyerek Ahmet'i razı etmişler ve Sabah gazetesinin idare merkezine getirmişlerdi. Ahmet'in boy boy resmini çektiler. Ahmet, bir an önce ayrılmak için acele ediyordu. Daha, çok sevdiği Sait Beşir ağabeyini ve canından aziz bildiği ustası Hergeleci İbrahim'i görmemişti. Kara Ahmet'in telaşını fark eden gazete muhabirlerinden fırtına Selim, takıldı: -Ahmet Pehlivan. Gitmek için acele edersin. Yoksa bizden habersiz evlendin mi? Yolunu gözleyen çoluk çocuk mu var? Ahmet'in yüreciği iğne batırılmış gibi sancıdı. Fırtına Selim, bilmeden şifa bulmaz yarasına dokunmuştu. Kızılelmayı paylaşacağı güzeli ararken yaşı otuzu bulmuş, hâlâ evlenememiş, çoluk çocuğa kavuşamamıştı. Güzeli bulmuştu, ama akla hayale gelmez engeller vardı: -Ah be Fırtına Selim. Güleş kovalamaktan evlenmeğe vakit mi bulabildik. Biz senin gibi fırtına değiliz ki, bir çok işi aynı anda yapalım. Fırtına Selim güldü: -Peki Ahmet Pehlivan. Fransız matmazel Benoit ne oluyor? İşte yine Ahmet, en hassas yerinden vurulmuştu. Karşısındakiler gazeteciydi. Eğer bir şey söylemezse, bu sefer söylemediğini yazarlardı. Cevap vermeğe çalıştı: -Ne olacak be Selim. Fransız hayranlarımdan. Güreşlerimizi seyretmeğe en başta Frenk kadınları koşar. İşiniz bittiyse, bana müsaade. Fırtına Selim, pes etmemekte kararlıydı: -Ahmet Pehlivan, biraz daha otursaydık. Anlatacak çok şeylerin olmalı. -Evet, anlatacak çok şey var. Ama, dostlarımı çok özledim. Daha ustamı görmedim. Bir an önce onların yanına gidip şöyle bir gönlümü ve bedenimi dinlendirmek isterim. -Ahmet Pehlivan, dinlenmekten bahsedersin, ama biraz zor gibi. Bak burada senin için bir davetiye var. Viyana'dan geliyor. Fırtına Selim'in sözleri, Kara Ahmet'i yerinden sıçrattı: -Sen ne dersin bre. Benimle dalga geçmeğe utanmaz mısın? Kara Ahmet'in tepkisi Fırtına Selim'i şaşırttı, hemen masasına gitti, bir kağıt aldı, Kara Ahmet'e gösterdi: -Ne dalga geçmesi Ahmet Pehlivan. İşte Viyana'dan gelen telgraf burada. Seninle Berlin'de temas kuramayınca, nasıl olsa İstanbul'a döner deyip telgrafı bize çekmişler. Ahmet, gösterdiği tepki sebebiyle mahçuptu: -Hakkını helal et be Selim aga. Tepkim sana değil. Avrupa ülkelerinde güreşmek beni o kadar yordu ki anlatılır değil. Bedeni yorgunluk var ama. Ama asıl yorgunluk gönül yorgunluğu. Neyse, tercüme et bakalım şu telgrafı da işin aslını anlayalım. Selim, Almanca olan telgrafı Ahmet'e tercüme etti. ¥ DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.