Yolu yine Selanik'e düşmüştü

A -
A +

Okuduğuna inanamadı, gözleri İbrahim Pehlivan'ın gözlerini buldu: -Doğru mu amcam. -Evet oğlum. 4 Temmuz'da şehitlik makamına kavuşmuş. Ahmet'in başına tavan yıkılır, duvarlar onu sıkıştırır oldu. Nefes alamaz hale geldi. İçerde biraz daha durursa havasızlıktan boğulacaktı. Eğer bağırmazsa göğsü patlayacaktı. Bağırdı, "Yusuf ağam" diye. Hem de öyle bağırdı ki feryadı, Eyüp Sultan'a, oradan da yedi kat göğü aşıp arşa ulaştı. Feryatla beraber Kara Ahmet odadan, evden fırladı, Eyüp Sultan'a doğru. İbrahim Pehlivan arkasından seslendi, "Oğlum! Ahmet! Dur!" diye. Ama Ahmet, bütün seslere kapalıydı, gönlünden gelen sesten başka. Koştu, gönlünün koş dediği yere. *** 1898 Temmuz ortasında, Koca Yusuf'un ölüm haberini alan Ahmet vurulmuştu ama nasıl. Ciğeri delinmişti. Sait Beşir ve babası, onu, saatlerce aramadan sonra, Eyüp Sultan hazretlerinin kabri başında kendinden geçmiş vaziyette bulmuşlardı. İbrahim Pehlivan, "Bre kendini bilmez. Şehidin arkasından hiç ağlanır mı? Şehit olana üzülünür mü" diyerek sarsmış, Ahmet, uykudan uyanır gibi kendine gelmiş. "Haklısın İbrahim amcam, şehidin arkasından ağlanmaz" cevabıyla boyun bükmüştü. Bükmüştü ama, gönlüne söz geçirmede epey zorlanmış, anne-babasının şehit oluşlarında bu kadar etkilenmediğini fark etmişti. Bunu, "O zaman çocuktum, ölümün ne olduğunu tam bilmiyordum. Plevne Muhaberesinin en kanlı zamanıydı. Göklerden ölüm yağıyordu. Ölüm hayatımızın bir parçası olmuştu." düşüncesiyle açıklamağa çalışmıştı. Ve yollara düşmüştü Kara Ahmet, teselliyi, unutmayı yollarda, yollar sonunda vardığı güreşte aramıştı. Koca Yusuf şehitlik haberini alalıdan bu yana tam ondört ay geçmişti. O diyar senin bu diyar benim diye kızılelmayı paylaşacağı güzeli ararken yolu Selanik'e düşmüştü, 1899'un Eylül başında. Demir Baba'nın Sandığını da soramamıştı Sait Beşir'e. Sandık, Koca Yusuf ile birlikte kayıplara mı karışmıştı acaba. Selanik'in zenginleri Ahmet'i çok seviyorlar... misafir etmek için yarışıyorlardı. Ahmet, Hacı Arif'e uğradığında, kendisine İstanbul'dan gelen bir telgraf verdiler. Ustası Hergeleci İbrahim'dendi. Ustası telgrafta, "Evladım Ahmet. Seninle acil görüşmem lazım. Selanik'i terk etme beni bekle, en kısa zamanda oraya geliyorum. Baki selam." diyordu. Ahmet, endişelendi. Ustası niçin acele Selanik'e geliyordu? İstanbul'da Ahmet'i ilgilendiren neler olmuştu? Ahmet'in yolu Selanik'e düşünce gönlü yine ferman dinlemez olmuştu. Deli gönlü, ayaklarını, her akşam bir akşam üstü, kızılelmanın ışıldadığı mekana götürüyordu. Tıpkı bu akşam olduğu gibi. Yine bir ikindi sonrası tıpkı dört sene önce gibi sahildeydi.. Yine güneş Ege üzerinde batıyor, batı ufkuna yakınlaştıkça kızılelmaya daha fazla benziyordu. Ahmet, dört sene öncesini... elmanın yere düşüşünü ve ışımasını, kırk adımlık mesafede bir güzel arayışını... güzellerle dolu kayığın denizde büyük bir gemiye doğru gidişini... kayığa atlayışını ve geminin peşinde deli gibi kürek çekişini hatırladı. Hatırlamasıyla da elinde olmadan avuçlarına baktı. O gün, gemiye yetişmek için çılgın gibi kürek çekmekten parçalanmışlardı. Avuç içlerinde hâlâ o günün izleri vardı. ¥ DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.