Yolun ortasına bir şey düşmüştü

A -
A +

Memleketinden ayrılalı beş ayı geçmişti. Yakınlarına bir şey olmuş muydu? Sevdiklerini bıraktığı gibi bulabilecek miydi? Can yoldaşı Karaok nasıldı? Bütün sevdiklerini merak ediyordu, ama birisini daha fazla... Gönlünde, "Sabahın seher vakti görebilsem yarimi" türküsü Edirne'den bu yana hiç durmamıştı.. Akşam geç vakit, trenle Şumnu'ya ulaşmıştı, burada kalıp sabahı bekleyememişti. Aklı, ilk önce anasının, kardeşlerinin bulunduğu Karalar Köyü demesine rağmen, gönlü ferman dinlemeyerek onu Yörükler Köyü'ne getirmişti, hem de dört saat yürüterek. Sabah namazını kılınca bir kuytuda bekledi, güneşin doğmasını, Gülçehresi'nin gönlüne konmasını. Güneşin doğmasına yakın, kimseler görmesin diye sakınarak Gülçehrelerin evini çok iyi görebileceği bir kaya arkasına saklandı. Sevdiceğinin evini gözetlemeğe başladı. Bütün isteği, Gülçehre'nin hayatta olup olmadığını öğrenmekti. Kendi köyünden önce Gülçehre'nin köyüne uğramak Yusuf'u utandırmıştı, ancak gönül ferman dinlemiyordu. Kayanın arkasına iyice saklandı, biri tarafından görülmek istemiyordu. Güneşin iyice yükselmesiyle beraber, Gülçehrelerin avlusundan, sığırlar çıkmağa başladı. Sığırların arkasından da feraceli bir kadın yürüyodu. Ama kim olduğu belli değildi. Yusuf, dua ediyordu, "Ne olur Ya Rabbim benim önümden geçsinler" diye. Birden kafasını taşa vurdu, "A benim akılsız başım, önümden geçmeleri için çeşmeye giden yolun benim önümden geçmesi lazım." diye söylendi. Araştırdı, yol, biraz aşağıdan geçiyordu. Büyük telaşla yolun kıyısına gitti. Bir çalının arkasına tam siper yattı. Burası yoldan birbuçuk adam boyu yüksekliğindeydi. "Ey bre Yusuf, sen bu hallere düşçek adam mıydın? Ya seni bu halde görürlerse, bütün Deli Orman'a rezil olmaz mısın?" Söylenmesinde yaptığının tam bir çılgınlık olduğunu düşünüyordu. Bu arada, sığırlar ve mandalar hemen hemen Yusuf'un hizasına gelmişlerdi. Yusuf, sığırların arkasındaki feraceli kadını görmek için çırpınıyordu. Yürüyüşü genç yürüyüşüne benziyordu, fakat gelin de olabilirdi. Yusuf, Gülhçehre'nin ailesinde kaç gelin, kaç kız var bilmiyordu. Anası bir zamanlar, "Evladım, gençsin. Deliorman'da yabancı kadına kıza bakmaktan büyük bir suç yoktur. Ancak evlenmek niyetiyle bir defa bakmağa bir şey denmez. Gözüne çarpan kimsenin de, kızmı, gelin mi, yaşlı kadın mı olduğu, yaşmağından, başlığından anlarsın... " diye söylemişti. Ama yaşmağı kızlar nasıl bağlar, gelinler nasıl bağlar, başlık kızlarda nasıl, gelinlerde nasıldır, bunlara dair anasının söyledikleri aklından çıkmıştı. En lüzumlu anında hatırlayamıyordu, zaten o zaman şöyle böyle dinlemiş, anasına, "Te be ana, benim kızla falan ne işim olur" demiş, anası da, "Eee oğlum, büyük lokma ye büyük laf konuşma" diyerek gülmüştü. "O zaman sen misin büyük konuşan, şimdi ne hallere düştün" diye Yusuf, kendi kendini yiyordu, daha iyi görmek için de farkında olmadan yola doğru abanıyordu. Sığırların arkasındaki kadın da, yürüyordu, ama aklı başka yerlerdeydi, "Acaba şu anda hayatta mı? Kalbimdeki sızı, neyin habercisi, acaba başına bir şey mi geldi?" düşüncelerindeydi? -Anacığım! Kadın, kopan büyük gürültüyle daldığı alemden büyük bir korku içinde çıktı. Yolun ortasına taş toprakla birlikte birisi gülle gibi düşmüştü. DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.