Yüreğine bir hançer saplanmıştı -140-

A -
A +

Uzun tartışmalar sonunda, Osmanlı vatandaşı bir Yahudi bayrağı indirmiş de kan dökülmesi önlenmişti. O gün Yusuf'u zor tutmuşlardı, bıraksalardı, Bulgar askerlerinin üzerine atılacak, bir kaçını öldürdükten sonra şehit olacak ve Osmanlı bayrağının gönderden indirilmesine şahit olmayacaktı. Ama olmamıştı, babası ve ağabeyi, "Şimdi ölmek neye yarar, neyi çözer" diyerek bırakmamışlardı. Yusuf, bir şey yapamamanın utancıyla, Şumnu'da daha fazla duramamış, köye dönmüş günlerce ormanda dolaşmış, ağlamış, ağlamıştı. İşte şimdi, 4 yıl sonra, güleş sevdasıyla Hükümet Konağı'na gelmiş ve üç hilalli Osmanlı bayrağının yerinde dalgalanan gönderdeki Bulgar bayrağını görmüştü. Yüreğine bir hançer saplanmıştı. Yusuf, hiç eğlenmeden hemen köye döndü, Kırkpınar hazırlıklarına başladı. *** -Ağlama be Yusuf agam ne olur ağlama. Senin ağlamana dayanamıyorum. Yusuf, bir taşın üzerine oturmuş, katıla katıla ağlıyordu. Hemen yanında da onu teselli etmeye çalışan Filiz Nurullah vardı. Yıkılmış, yakılmış bir viranenin önündeydiler. Filiz, Yusuf'u teselli gayretindeydi: -Te be Yusuf agam, üzülme. Birlikte çalışır burasını tamir ederiz. Yusuf, başını kaldırdı, Filiz'e baktı, o yiğit yüz, parçalanmış elmas gibiydi: -Filiz'im. Bu harap olmuş gül bahçesini âbad etmeğe, canlandırmağa, eski haline getirmeğe ne maddi ne de manevi gücümüz yeter. Yetse bile artık müsaade etmezler. İyi bak Filiz iyi bak bundan sonra burasını daha da harap görcez. Filiz, baktı Yusuf'un bak dediği yere ve yüreciği daha da yandı hem de sönmez yangınlarda. Koca Demir Baba Dergahı, yer ile bir olmuştu. Harabe halindeydi. Yalnızca, Demir Baba'nın türbesi ayakta kalmıştı. Bulgarlar onu bile yıkma istemişler ancak muvaffak olamamışlardı. Yakmak istemişler, ateş sönmüş, balyozla yıkmak dilemişler, dilekleri kursaklarında kalmış, balyoz kaldıran eller tutulmuş, felç olmuştu. Bunları orada rastladıkları bir ziyaretçi anlatmıştı. Yusuf ve Filiz nice yıl okudukları, nice bin hatırasını taşıdıkları Demir Baba Dergahı'nın harabesine bakarak dalıp gitmişlerdi. Yusuf, Kırkpınar'a gitmeden önce Demir Baba Dergahı'na uğrayıp arkadaşlarını görmek, Demir Baba'nın türbesini ziyaret edip dua etmek istemişti. İstemişti ancak, dergaha geldiğinde bir harabe ile karşılaşmıştı, gördüğüyle taş kesilmiş, sonra birden bire boşanmış ve çocuklar gibi ağlamıştı. -Efendiler nerden geliyorsunuz? Ak sakallı, beli bükülmüş bir ihtiyar, yanlarına gelmiş, gözlerinde ve yüzünde çok acı geçmiş yılların izi cevap bekliyordu. Filiz hemen atıldı: -Dedem Şumnu'dan geldik -Şumnu'dan mı, Şumnu'nun neresi? -Karalar Köyü'nden dedem. -Üle mi? Adın Yusuf mu? -Yok dedem, Nurullah. Yusuf, bu pelvan agadır. Filiz Nurullah, yanındaki Yusuf'u işaret etti. Dede, cebinden bir kağıt çıkardı ve Yusuf'a uzattı: -Bu sana evladım. Rahmetli İsmeyil Pelvan'ın eşyaları içinden çıktı. Ben onun ağabeyiyim. Mektubun üstünde vefatından sonra sana verilmesi yazıyordu. Buyur emanetini. Yusuf, şaşırdı, yaşlı gözlerle baktı: -Bana mı amca? > Devamı var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.