Yusuf, ahalinin kendilerini nasıl tanıdığını, Koca lakabından ve yaptığı en son güreşten nasıl haberdar olduğunu anlayamadı. Şu Osmanlı memleketinde güreş havadislerini Hızır'ın, Kırkların taşıdığına bir daha iyice inandı. Filiz Nurullah ise tanınmaktan, özellikle de kendisinin bir oturuşta üç kuzu yediğinden bahsedilmesinden son derece memnundu, burnuna yemek kokusu gelmeğe başlamıştı. "Kuzuları nasıl yediğimi merak edenlere gösterebilirim" dememek için kendini zor tutuyordu. Yusuf ve beraberindekiler, ağa çadırına vardıklarında, büyük bir heyecan ve sevgiyle karşılandılar. Yusuf'a nasıl ikram edeceklerini bilemediler, İbrahim pehlivanı tanıyorlardı. Filiz'in gözleri hep çadırın giriş kapısındaydı, gözleri yemek sinisindeydi, Yusuf, durumu anladı, kulağına eğildi, "Hiç boşuna bakma, yemek yok, bugün burada güleş tutacaksın, pelvanların tok karnıyla güreşe çıkmayacağını kaç defa oldu sana söyledim" dedi. Filiz'in bütün hayalleri yıkıldı, "Ama Yusuf agam, akşama kadar yemek yemezsem ölürüm" dedi, Yusuf, güldü, "Şimdilik daha önce vücuduna depo ettiklerinle idare et" diye cevap verdi. O günkü güreşlerde, Küçük Yusuf, büyükortada güreşti ikinci oldu, Filiz de başaltında. Filiz, başaltında ikinci olmasını, karnının aç olmasına bağladı, "Aç olduğum için kuvvetten düştüm" diye yakındı. Cazgırın, "Başpelvanlar hazır olsun" seslenişine kadar çadırdaki sohbet devam etti, tabii güreş üzerine, özellikle de Yusuf'un güreşleri hakkında. Cazgırın seslenmesiyle Yusuf, besmele çekip beyaz gömleğini giydi. Çadırın bir kenarında kıspetini giydikten sonra uzun beyaz gömleğini çıkardı ve meydana yürüdü. Kazan başına geldi, selam verdi, selamanı aldılar, üç pehlivan vardı. İçlerinde selvi gibi uzun boylu, koç boynuzlu bıyıklı tanıdık geldi, Hergeleci bu olsa diye düşündü. Koç boynuzlu bıyıklı pehlivan hemen davrandı, Yusuf'un karşı koymasına meydan bırakmadan ellerini öptü: -Ojj geldi ustam. Ben İbram, Razgrad- Ezerceli. Hergeleci İbrahim'in elini öpmesi Yusuf'u utandırmış, saygılı davranması da sevindirmişti: -Ojj bulduk be İbram. Maşallah ne kadar gelişmişsin. Bütün İstanbul'da rakiplerini cin gibi nasıl çarptığın anlatılıyor. İnşallah bizi de cin gibi çarpmazsın ne de olsa hemşehriyiz. Yusuf'un takılmasıyla İbrahim bir genç kız gibi kızardı: -Estağfirulluh ustam. Sizi cin gibi çarpmak ne haddimize. Siz ki Aliço pelvandan Kırkpınar başpelvanllığını almış bir kimsesiniz. Sizinle güreşebilme şerefi bize yeter. Yusuf, güldü: -Bu sözlerinle beni yumuşatıp, havaya sokup güleş esnasında gafil avlamak istiyorsun değil mi? -Sizi gafil avlamak ne haddimize Yusuf ağam. Sekiz yıl oldu, Razgırad'dan, Deliorman'dan ayrılalı. Oraları öyle özledim ki anlatılır değil. Utanmasam, sıla özlemini dindirmek için şöyle göğsüne yaslanıp size doya doya koklamak isterim. İbrahimin sözleri, Yusuf'u çok duygulandırdı, "Gel bre İbram senin gibi yiğit bir delikanlıyı kucaklamak bizim için en büyük şereftir" diyerek İbrahim'i bağrına bastı. İbrahim, Yusuf pehlivana öyle sarıldı ki anlatılır değil, sanki geride bıraktığı anasından bacısına bütün yakınlarını, dağı bayırı, bütün Deliorman'ı kucaklamıştı. Her ikisinin de göz pınarları rahmet damlacıklarıyla şenlenmişti. ¥ Devamı var