Yusuf, çok sevinmişti

A -
A +

Ve beklenen saat, geldi. Daha saat, 15'te Paris'teki kışlık sirk hınca hınç dolmuştu, biletler iki gün önceden bitmiş, karaborsada, inanılmaz fiyatlarla alıcı buluyordu. Saat 17'de, her iki pehlivan da, minderde hazır oldu. Koca Yusuf ve Hergeleci İbrahim, kispetlerini giymiş, zeytinyağıyla yağlanmış halde gözükünce, kışlık sirk, yıkılıyor gibi oldu. Vücut yapısı, görünüşleri ve vakarlarıyla zaten heybetli olan güreşçilerimiz, ışık altında pırıl pırıl parlayan vücutlarıyla Fransızların gözüne, başka dünyalardan gelen varlıklar gibi gözükmüş, akılları başlarından gitmişti. Fransızlar, her iki güreşçiyi de çılgınca alkışladılar. Mindere çiçekler, bayan seyircilerden mendiller yağdı. Her iki güreşçimiz de ağırbaşlı bir şekilde, ellerini göğsüne koyarak seyircileri selamladılar. Hergeleci'de bayan seyircilerin önünde güreşecek olmanın huzursuzluğu vardı. Yusuf, bir yıldır buna alışmıştı. Fransızlar, selvi boylu, erkek güzeli Hergeleci İbrahim'i sevmişlerdi. Bütün güreşçilerini minderde düz eden Yusuf'a rakip çıkan İbrahim, bir anda Fransızların kahramanı, beyaz atlısı olmuştu. Canı gönülden İbrahim'i destekliyorlar ve onun galip gelmesini, Yusuf'un minderden yenik ayrılmasını istiyorlardı. Koca Yusuf, pehlivanların en ustası, yiğitler yiğidi Hergeleci İbrahim ile güreş yapacak olması sebebiyle çok neşeliydi, İbrahim ise, gurbet diyarında bir emri vaki sonucu Yusuf ile güreşmek mecburiyetinde kalışı sebebiyle üzüntülüydü. Yusuf, İbrahim Pehlivana takıldı: -Te be İbram, beni İstanbul'da değil de bu gavurcukların önünde yenecek olmaktan üzüntülüsün galiba. Hergeleci İbrahim boyun büktü: -Bana büle takılma be Yusuf ağam. Senin karşına büle bir yerde çıkmaktan, gavurcukların oyununa alet olmaktan üzüntülüyüm. Yusuf güldü: -A be İbram. Bırak üzülmeyi. Ben çok sevinçliyim. Bugün bizim bayramımız. Paris'in göbeğini Kırkpınar ermeydanına çevireceğiz, Fransızlara, vatan edinme destanımız Kırkpınar geleneğini göstereceğiz. Bir de davul zurnamız olsaydı... Koca Yusuf, daha bir de davul olsaydı sözünü tamamlamadan, davul vurmağa, zurna çalmağa başladı. Yusuf ve Hergeleci şaşırmışlardı, yoksa hayali sesler işitip, gönüllerinde vuran davul zurnayı gerçek mi zannediyorlardı. Ama ses gittikçe kuvvetleniyordu. Fransız seyircilerle birlikte, sesin geldiği yere baktıklarından, fesi, mahalli kıyefetleri, güm güm vuran davulu, Kırkpınar havası seslendiren zurnasıyla iki kişilik davul zurna ekibinin mindere doğru geldiğini gördüler. Ekip iki kişiydi, ancak tesiri, onlarla birlikte sanki yüzbin davul zurna hey heyleniyorcasına inanılmazdı. Yusuf'un sevincine diyecek yoktu, dayanamadı, koştu, davulcuya sarıldı, arkasından da zurnacıya. Başlarına ilk defa böyle bir şey gelen davul ve zurnacı şaşırmışlardı. Yusuf'un hasretini nereden bilsinlerdi? Müthiş bir alkış koptu. Davulcu ve zurnacının arkasında gözleri zevkten ışıl ışıl parlayan ressam Galip bey vardı. Yusuf, "Bu senin işindir bre Galip Bey. Yüce Mevlam ne muradın varsa versin" deyip öyle bir sarıldı ki, Galip Bey, kaburga kemikleri kırılıyor zannetti. Davul zurnasız yağlı güreş olmayacağını düşünen Galip Bey, buna nasıl çare bulacağını kara kara düşünürken, cevabı Eyfel Kulesi'ne yakın mekanda bulmuştu. DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.