Geçen beş yıl içinde, Demir Baba Dergahı'ndan arkadaşı, komşu Bıyıklı Köyü'nden Nurullah, tam bir dev olmuş, boyu iki metreyi geçmiş, kilosu da 150'ye yaklaşmıştı, tam bir devdi. Yusuf bile yanında çocuk gibi kalıyordu. Filiz Nurallah, Yusuf Agasının, gönlündeki buzların hâlâ biraz olsun erime noktasına gelmediğini farketti. Yusuf agasının haline çok üzülüyordu. Filiz Nurullah, Yusuf'un yalnız kalmak istediğini anlayınca, usulca yanından ayrıldı. Baharda kara toprağın bağrını delerek, güneşe merhaba diyen çiğdemler, menekşeler, Yusuf'un gönlünde de tomurcuklanmaya çalışıyordu. Ama hâlâ buzları çözülmemiş o diyarda hayat bulmaları çok zor gibiydi. Son beş seneyi yaşamamış olmak için Yusuf, herşeyini, canını vermeğe hazırdı. Ama yaşanmıştı. Kimdi suçlular? Bulgar mı, Rus mu, birbirine düşen Osmanlı komutanları mı? Bugünleri görerek gerekli tedbirleri almayan Osmanlı Devleti mi? Şu an, Osmanlının başında bulunan Abdülhamit Han mı? Bütün bu sorular Yusuf'un beyninde ve gönlünde cevapsızdı. Bu duruma sebep olanları ne olursa olsun affetmeyecekti. Gerçi, Edirne'de tanıştığı ve kendisine güle karşı ilk yenilgisini tattıran Gülşeni Dergahı Şeyhi İbrahim Efendi, "Abdülhamid Han, bu savaşın çıkmaması için çok gayret etti. Mani olamayacağını anlayınca da savaşın kazanılması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı. Ancak, paşaların birbirine düşmesi, ilk anda, büyük bir gaflet neticesi düşmanın elini kolunu sallaya sallaya Tuna'dan geçmesi, sivil karşı koymanın sağlanamaması, korkunç bozgunu hazırlayan sebepler oldu. Bütün bunlar, Osmanlı bünyesinde onlarca senedir yapılan tahribatın, bozulmanın neticesi." şeklinde açıklamada bulunmuştu. Yusuf, savaştan önce Abdülhamid Han ile yüzyüze görüşmüş ve o zaman gönlü ona ısınmıştı. Ancak bütün bunlara rağmen, beyni ve gönlü "Niçin", "Niçin" diyor ve cevap arıyordu. "Aliş'imin kaşları kare, Sen açtın sinemee yare, Bulamadım derdime çare Görmedin mi ah civan Aliş'imi Tuna boyunda Sarmadın mı ah aslan Aliş'imi Tuna boyunda" Yusuf'un yanık gönlü bir daha yandı. Kor oldu, bütün bedenini kavradı. Filiz, Aliş'imin kaşları kare türküsünü yanık yanık söylüyordu. Her söz, Yusuf'u, derinden vuruyor, kapanmamış gönül yaralarını hançerliyordu. Aliş ile Zeynep'in aşkını anlatan, "Aliş'imin kaşları kare" türküsü, bu türküdeki, Zeynep'in "Aliş'imi gördünümüz mü Tuna boyunda" feryadı, 93, 1877-78 Osmanlı Urus Harbi'nde, felaketlerin en inanılmazıyla karşı karşıya kalan Rumeli Türkü'nün dilinden düşmez olmuştu. Urus ve Bulgar keferesi karşısında, zulümlerin en korkuncuna uğrayan Rumeli insanı, beklediği imdat gelmeyince, Edirne'ye İstanbul'a doğru, yalın ayak, başı kabak, kış kıyamette yollara düşmüş, dilinde ve gönlünde "Görmediniz mi Alişimi" feryatlarıyla... Aliş'imin kaşları kare türküsü, milyonların yürekler yakan haline tercüman olmuştu. Rumeli Türkleri, Alişlerini, Osmanlıyı, imdatlarına koşacak Osman Paşa gibi yiğitleri aramışlar, "Yürürüm yürürüm Balkan tükenmez/ Arkama bakarım imdat gelmez" feryadıyla yolları gözlemişler, düşmana meydanı dar getiren Alişleri gelmeyince, her gördüklerine, "Aliş'imi gördünüz mü" diye sual eylemişlerdi. Yusuf, ne zaman bu türküyü dinlese, göç yolunda can veren beşyüzbinleri hatırlar, Aliş'in, Türkoğuluna Rumeli'yi vatan kılan, yörük evlatlarını bu topraklara yerleştiren Osmanlı'nın niçin imdada gelmediğini sorar, sorardı, ancak cevap bulamazdı. O da, Aliş'ini, arar, Aliş'ini beklerdi. Devamı yarın