Yusuf, katip, okumağa devam ettikçe, Abdülhamid Han'ın üzüntüsünün gitgide arttığını hissediyordu. Sanki koca Osmanlı Devleti, gözbebeklerine yerleşmişti. Yusuf, Koca Sultan'ın ağlamak üzere olduğunu zannetti. Yusuf, Sultanın mektubu dinledikçe ne kadar çok üzüldüğünü görünce, Osmanlı'ya Sultan olmanın ne kadar zor olduğunu daha iyi anladı ve "Padişah, Urumeli'ni Urus gavuruna satmış" sözlerine inanması sebebiyle kendinden utandı, Çavuş ninesine hak verdi. Sultan İkinci Abdülhamid, bir el işaretiyle okumayı kestirdi ve Yusuf'a döndü, ne iş yaptığını, nasıl yaşadıklarını, ne ekip ne biçtiklerini ayrıntılarıyla sordu. Yusuf, Koca Osmanlı Sultanı'nın kendisiyle tıpkı bir baba gibi ilgilenmesi karşısında duygulandı. Elinde olmadan, Çavuş ninesi ile arasında geçen son tartışmayı anlattı. Padişah, Çavuş Nine'nin tokadı nasıl patlattığını işitince güldü. Onun gülmesiyle, sanki koca Osmalı mülkü de güldü, Yusuf, içinin genişlediğini hissetti. Padişah, Çavuş Nine'yi sordu, Yusuf, anlattı, Çavuş Nine'sinin Kırım Savaşı'na nasıl katıldığını, eşek sıpasını omuzlayıp götürünce kendisini değnekle nasıl kovaladığını. Padişah, seslice güldü, çok hoşuna gitmişti, şehrin, siyasetin iki yüzlülüğüne bulaşmamış, aslan yapılı, yüzünden gönlünün temizliği okunan Deliormanlı delikanlı. Sevmişti Yusuf'u, onda hasret kaldığı samimiyeti bulmuştu. Yusuf'un pehlivan, olduğunu anlayınca, yaptığı güreşleri, Demir Baba Dergahı'nı anlattırdı. Padişahın çevresindekiler, Yusuf'un, Padişah huzurunda, eşekli sıpalı şeyler anlatmasından huzursuz oldular. Ancak, padişah, Yusuf'a müdahale etmemeleri için işaret verince, ses çıkaramadılar. Padişah, sordu, Yusuf, cevapladı. Herkes, şaşkındı, koca Osmanlı Padişahının, Deliormanlı bir gençle bu kadar tatlı tatlı sohbet etmesinden. Ayrılırken, İkinci Abdülhamid Han, Yusuf'a çok sanatlı bir hançer, ninesine de çok güzel bir tesbih hediye etti. Görüşme bittiğinde Yusuf, hâlâ yaşadıklarına inanamıyordu. Sultan, Yusuf'a, demir ayakkabıları, baş ucuna asacağını, her gece yatmazdan önce onlara uzun uzun bakacağını söyledi ve her İstanbul'a gelişinde mutlaka kendisine uğramasını sıkı sıkı tembihledi. HHH İstanbul'dan döndükten sonra, Yusuf, çalışmalarına büyük bır hızlı devam etti. Rus birliklerinin Tuna'nın kuzey kıyılarına yığınak yaptığı işitildikçe, Deliorman'da da huzursuzluk artıyordu. Yusuf, bazı Deliormanlıların, erkek çocuklarını askerden kaçırmak için yalan beyanda bulunduklarını işittiğinde duyduklarına bir türlü inanamadı. Akıncıların torunları bu hale düşeceklerdi ha. Düşmana karşı, kadın erkek, ihtiyar çocuk yediden yetmişe koşanlar, şimdi askerden kaçar hale mi gelmişlerdi. Yarın, düşman Osmanlı mülküne girdiğinde, malım, canım, deyip kaçacaklar mıydı? Yusuf, İstanbul'daki gelişmeleri yakından takip edebilmek için fırsat buldukça, özellikle de cuma günleri Şumnu şehrine iniyor, Cuma namazını Tombol Camisi diye bilinen ve 1745 yılında yaptırılan Şerif Paşa Camisi'nde kılarak, hem eşi dostu görüyor, hem de taze haberleri alıyordu. 1877'nin soğuk bir Mart gününde, Yusuf, yine Tombul Camisi'ndeydi. Cuma Namazı öncesi kürsüdeki vaizi dinliyordu. Vaize bir türlü yüreği ısınamamıştı, Yusuf'a batan birşeyler vardı, ama ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Dalgın dalgın dinleyen Yusuf, vaizin son sözüyle kalbine hançer saplanmış gibi oldu, duyduklarına inanamadı. > Devamı var