Yusuf İstanbul'u sordu

A -
A +

Güreşler öncesi Kızılcık Köyü'ne gelen İsmail Pehlivan ve Yusuf'u misafir etmek için, köylüler, yarıştılar. Köylerdeki düğünlerde, gelen misafirler, düğün sahibine yardım bakımından komşular tarafından misafir edilirdi. Hele söz konusu misafirler, pehlivansa misafir almak için yarışılırdı. Ancak, İsmail Pehlivan, düğün sahibi Mahmud Ağa'nın eski dostuydu. Onları kimseye vermedi, konağının en güzel odasına yerleştirdi. Düğün evinde misafir edilmeye en çok Yusuf, sevindi. Yusuf, İstanbul'u çok merak ediyordu. Kırkpınar'da rüzgarlaşıp estikten sonra, İstanbul ermeydanlarında şimşek olup çakmak istiyordu. İstanbul, bütün Rumeli insanının rüyalarını süslerdi. Rumeli insanı için, İstanbul'u görmek ayrıcalıktı, Mekke-Medine'yi görmek gibiydi. İstanbul, Osmanlı Devleti'nin başşehri olması yanında, Osmanlı Devleti'nin başı ve aynı zamanda yeryüzündeki bütün müslümanların halifesi padişah burada oturuyordu. 1870'li yıllarda İstanbul'un, dünyanın en güzel şehri olduğu, hem Müslümanlar hem de hristiyanlar tarafından kabul ediliyordu. Avrupa'daki bütün Rumeli şehirlerinin İstanbul Kapısı vardı. Ve gözleri, gönülleri devamlı bu kapıdan girenlerdeydi. Rumeli'deki herkes, İstanbul'un sevdalısıydı, Yusuf ise karasevdalısıydı. Çünkü o pehlivandı, İstanbul'sa pehlivanlar için en büyük ermeydanıydı. Yusuf, hemen, damat adayı Salih Efendi'yi yakaladı, tanıştıktan, muhabbeti koyulaştırdıktan sonra sözü İstanbul'a getirdi: -Ee Salih efendi! Annat bakam. İstanbul'u, Topkapı'yı, Süleymaniye'yi, Sultan Amet'i, Ayasofya'yı, Eyüp Sultanı ve Dolmabaçe Sarayı'nı. Salih Efendi, anlattı, İstanbul'u, rüyalar şehrini. Yusuf, dinledi, ama asıl öğrenmek istediği başka bir şey vardı, Salih Efendi'nin sözü oraya getirmesini bekliyordu. Ancak söz beklediği yere gelmeyince dayanamayıp sordu: -Bre Saali efendi! Saray başpelvanlaanı, Aliço'yu, Şamdancıbaşı İbraamı göödün mü? Salih efendi gülümsedi: -Te be Yusuf! İstanbul deyince pelvanlık damarın kabardı dii mi? Göödüm bre göüdüm. Ve Salih Efendi, düğünü yapılan genç delikanlı, Yusuf'a anlattı. Saray başpehlivanlarının, Saraydaki huzur güreşleri dışında yaptığı güreşleri, Aliço'yu, Şamdancıbaşı'nı, Arnavutoğlu'nu. Yusuf, Oğuz Kağan, Sarı Saltuk destanını dinler gibi dinledi, Salih Efendiyi. Güreş gününe kadar Yusuf, Salih Efendi'den hiç ayrılmadı. Hep İstanbul ve güreş konuştular. Güreş günü geldi ve çifte davullar eşliğinde güreşler başladı. Güreşlerin başlamasıyla birlikte yarış atları da güreş meydanına girmeğe başladı. Cazgırın "Başaltı pelvannarı azır olsun" ünlemesiyle Yusuf, soyunmağa başladı, fakat, ustası soyunmamasını söyledi. Yusuf, şaşırdı, ustası bugün onu güreştirmecek miydi? Yusuf, için güreşmemek ölüm demekti, kolu kanadı kırıldı, ustasına da bir şey diyemedi. Büyük bir üzüntü içinde başaltı güreşlerini seyretti. Ustası Kel İsmail Pehlivan, Yusuf'un halini görüyor, ancak birşey demiyordu. DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.