Yusuf, taktik değiştirdi -290-

A -
A +

Salonda, "Yusuf, Yusuf" sesleri, bütün gürültüleri bastırdı. Yusuf, kulaklarına inanamadı. Sesin geldiği yere baktı. Kendisine uzak bir yerde, bir avuç fesli insan, Yusuf, Yusuf diyerek çırpınıyordu. Ringe yakın koltuklar çok pahalıydı, anlaşılan, Yusuf, Yusuf diye çırpınanlar ancak uzak köşeden yer bulabilmişlerdi. Yusuf, onlara döndü, el salladı, onları görmekle Paris'i hatırladı, orada da bir avuç Türk, Yusuf'u Frenk illerinde yalnız bırakmamıştı. Hiç aklına gelmezdi, dünyanın öte ucunda soydaşlarını göreceği. Bu onu şaşırtmamalıydı. Yağlı güreşe başlarken yapılan peşrev, Türkoğlunun Türkistan'dan Avrupa'ya akışını, yeni vatanlar edinişini, temsil etmiyor muydu? Şecere-i Terakime'de, "Oğuz ili göçüp yürümedik yol var mı/Evin tutup oturmadık yurt var mı?" denmiyor muydu? New York'ta, Yusuf, Yusuf diye bağıranların halini en iyi Yusuf anlamalıydı. Ama memleket, sevdiklerinin hasteriyle yanan Yusuf, bunları düşünecek halde değildi. Yusuf'un kendilerini farkettiğini anlayan, bir avuç insan, öyle coştular ki alkış ve sedaları, salondan taştı, semayı tuttu. Yusuf, bu bir avuç insanın, onbin, yüzbin olduğunu, kendisine doğru bir ışık seliyle aktıklarını, onu kuşatıp, aralarına alarak, salondan taştıklarını, okyanusu aştıklarını, İstanbul'a, oradan da Şumnu'ya ulaştıklarını, sevdiklerinin hasteriyle yanan kendisini, evine götürdüklerini hissetti. Yusuf, elinde olmayarak gözlerini kapattı, kapatmasıyla birlikte de, kendisini evinde, ciğer parelerinin arasında gördü, onların sıhhatte olduklarını anlamakla, hasreti bir nebze olsun rahatladı. Yusuf, tiz bir sesle, Şumnu'dan New York'a, güreş alanına döndü. Yusuf'u, tekrar sevdiklerinden koparan hakemin düdüğüydü. Hakem düdüğüyle, güreş, daha doğrusu kovalamaca başladı. Hâlâ yaşadıklarının etkisinden kurtulamayan Yusuf, rakibine doğru yürüdü, ancak, üzerine yürüdükçe, Roeber, kaçıyordu. Aynı şey, Paris'te de başına gelen Yusuf, "Yahu bu gavurcuklar, güreşi kovalamaca mı zannediyorlar" diye düşünerek ya sabır çekmeğe devam etti. Yusuf, kovalıyor, Roeber, kaçıyordu. Seyirciler, ıslık çalmağa, eline geçirdiklerini mindere atmağa başladılar. Yusuf, durdu, seyircilere dönüp, ben ne yapayım, adam tazı gibi kaçıyor, dedi. Seyirciler, Türkçe konuşan Yusuf'un ne demek istediğini işaretinden anladılar, bir kısmı gülerken bir kısmı da Roeber'i ıslıklamağa başladı. Roeber, bir tazı gibi kaçıyordu, güreşçiliğini gösterecek bir harekette bulunmadığı için, Yusuf, Roeber'in pehlivanlık derecesini anlamamıştı, fakat, çok iyi bir koşucu olduğu inkar götürmezdi. Yusuf, geçen iki dakikaya rağmen, Roeber'e dokunmağa bir türlü muvaffak olamamıştı. Yusuf, çaresizdi, Roeber'den daha kilolu olduğu için, Roeber kadar hızlı koşamıyordu. Yusuf, bir şeyin farkına vardı, güreş yaptıkları ring fazla geniş değildi. Roeber'in peşinde koşmaktan, nokta hücumu yapmaktansa, saha hücumunun daha iyi olacağını farketti ve taktik değiştirdi. Roeber'in minder köşesine geldiğini gördüğü anda, onu kovalamaktan, doğrudan Roeber'in üzerine gitmekten, nokta hücumu yapmaktan vazgeçti. Alan hücumuna geçti. Bir dev gibi uzun kolunu açabildiğince açtı. Böylelikle, sağlı sollu yaklaşık beş metrelik bir alanı kontrol altına aldı. Ve bu şekilde Roeber'e doğru yavaş yavaş ilerlemeğe başladı. Yusuf'un son taktiği karşısında bütün salon sus pus olmuştu. Başta, Roeber olmak üzere salondaki herkes, Yusuf'un ne yapmak istediğini anlamağa çalışıyorlardı. DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.