Yusuf, Mehmet'in şevki, isteği kırılmasın diye fazla ciddi tutmuyordu. Ne de olsa karşısındaki 17 yaşında çocukluktan çıkmağa çalışan bir yeni yetmeydi. Çok da heyecanlıydı. Bu heyecanın ne olduğunu en iyi Yusuf biliyordu, zamanında benzeri heyecanı çok tatmıştı. Yarım saate yakın güreştiler. Yusuf, Mehmet'in güreşçiliğini de kuvvetini de beğenmişti. Ufaktı ama pire gibiydi, zeki ve kurnazdı. Bir pehlivan için en lüzumlu olan güreş zekası vardı. Daha gençti, vücudu da daha gelişir ve iyi bir pehlivan olurdu. Yusuf, yeterli kanaate sahip olmuştu: -Mehmet'im bu kadar yeter. Maşallah hepten de pehlivan olmuşsun. Mehmet davranıp hemen Yusuf'un elini öptü. Yusuf silinmek üzere yürürken Hasan Ağa, büyük bir heyecan içinde geldi: -Yusuf pehlivan nasıl buldun, Mehmet'i. Yusuf, gülümseyerek oğlundan daha fazla heyecan içindeki babaya baktı: -Mehmed'in maşallahı var. Biraz okkasız ama bir pehlivan için aranan bütün meziyetler sahip. Yalnız bir konu var. -O ne, hemen yapalım. Yusuf, Hasan Ağanın heyecanına güldü: -Te be Hasan Ağam. O şimdi yapılacak bir iş değil. Bugüne kadar ne yapıldıysa yapıldı. Huyunu suyunu öğrenmem lazım. Mehmet'i yanıma alacağım ama, bir şartla. Onu deneyeceğim. İki ay kadar berebar olacağız, güreşi gibi huyunu, suyunu insanlığını da beğenirsem yanıma çırak olarak alırım. Çünkü pehlivan, yiğit, mert, cesur, çalışkan, merhametli, adaletten ayrılmayan, kendinden önce başkasını düşünen, herkesin yardımına koşan insan demektir. Bu sırada yanlarına gelen Mehmet de Yusuf'un dediklerini duymuştu ve Yusuf'a çırak olmuş gibi sevindi, o Koca Yusuf ustasına kendisine beğendireceğine inanıyordu. * * * Sene 1885, yer Kırkpınar, günlerden Hıdrellezdi. Yusuf, Kırkpınar güreşlerine bir ay kala yanına, Küçük Yusuf'u ve Filiz Nurullah'ı alarak, yola çıkmıştı. Filiz, yaptığı şakaları, bitmeyen "Yusuf Ağam ben yine açıktım" şikayetleriyle neşeleri olmuş, onlara nasıl yolculuk yaptıklarını hissettirmemişti. 170 kilo ağırlığı, 2 metre 15 santim boyuyla tam bir dev olan 20 yaşındaki Filiz'i doyurmak hakikaten de büyük bir meseleydi. Ne kadar yerse yesin, yine de doydum demiyor, yemekten az bir zaman geçince açıktım diye ağlanmağa başlıyordu. Yusuf, bazen şu Filiz'i yanıma almasa mıydım bunu doyurmak bayağı dert diye ciddi ciddi düşünüyordu. Yusuf, aklına koymuştu, Filiz'e mutlaka doydum elhamdü lillah dedirtecekti. Filiz gibi bir devle, küçük Yusuf'un yaptıkları idman güreşlerinin seyrine doyum olmuyordu. Filiz, bir türlü Küçük Yusuf'u eline geçiremiyor, Küçük Yusuf, yılan gibi kimi ellerinin kimi de bacaklarının arasından kayarak Filiz'i gülünç durumlara düşürüyordu. Filiz, "Ne olur, ustam bana bu çekirgeyle idman yaptırma, bununla güleşeceğime iki ayıyla aynı anda güleşmeğe razıyım" diyordu. DEVAMI VAR