İdman için, Yusuf ve arkadaşlarından tıpkı kispet gibi diz altından göbek altına kadar uzanan ancak bedeni çok sıkı saran ve bu sebeple avret yerlerini belli eden pamuklu bir giysiyi giymesini istediler, Yusuf'un tepkisi çok sert oldu: -A be, ha bunu giymişsin, ha çıplak dolaşmışsın. Bizim mezhebimiz Hanefi mezhebine göre, diz ile göbek arasında vücut hatlarını belli eden dar elbise giymek haramdır. Böyle bir şey giymeyi bizden beklemeyin. Bir çare bulamayınca, Osmanlı'nın Paris Sefaretinin imamı getirildi, o çok pratik bir usül buldu. Pehlivanlar, biraz bolca ve üst üste iki giysi giyeceklerdi. Bu teklife Yusuf'un da aklı yattı. Üst üste iki tane giyince giysileri, bayağı kispete benzemişti, bu da Yusuf'un hoşuna gitti, "Hiç olmazsa görünüş kispete benzedi" diyerek güldü. Doublier, Fransa'da güreş profesörü diye bilinen güreş ustasını, Yusuf ve arkadaşlarına güreş göstermesi için getirmişti. Profesörün de ilk dersi tıpkı Doublier gibi bilek kapma hakkındaydı. Doublier, ilk dersin ne olduğunu duyunca güldü, ancak profesöre hiçbir şey demedi. Profesör, Yusuf'a bilerek bileğini kaptırdı, maksadı bir oyun ile bileğini nasıl kurtaracağını göstermekti. Fakat olmadı, bileğini Yusuf'u kaptırmış olan profesör, zorlamasına, bilek kurtarma hareketini tatbik etmesine rağmen bir türlü bileğini kurtaramıyordu. Yusuf, profesörün haline güldü ve bileği hafifçe sıkmaya başladı. Frenk'in acıdan gözlerinden yaş geldi, "Bu insan kuvveti değil, bu bir dev" diye bağırıyordu. Çok iri yarı biri, Yusuf'a güreşe nasıl başlandığını göstermek istedi. Avrupa usulü antreman nedir bilmeyen, içinde yenişme olmadan tutuşmanın manasını haklı olarak anlamayan Yusuf, rakibini tuttuğu gibi kaldırdı, acı kuvvetiyle yere vurdu. Güreşçi yerinden doğrulamadı. Herkes dehşet içinde kalmıştı. Yusuf'taki inanılmaz kuvvet, Fransızları korkutmuştu. Doublier, hemen Yusuf'u kenara çekti, antremanda nasıl davranması gerektiğini anlattı. Yusuf, tercüman vasıtasıyla güreş ustasına sordu: -Anladık, belden aşağı tutmak, çelme, tırpan, sarma yok. Peki bizim belden yukarı uyguladığımız oyunlar, çapraz, boyunduruk, kurt kapanı, elense, kemane var mı? Bu oyunların ne olduğu soran profesöre Yusuf, uygulamalı olarak gösterdi. Profesör, bu oyunların serbest olduğunu söyleyince Yusuf çok sevindi: -Bana bu kadar oyun yeter. Profesör, greko-romen güreşin ikinci kuralını söyledi: -Yenip yenilmek mutlaka minder üzerinde olacak, minder dışında yenersen sayılmaz. Yusuf, buna itiraz etmedi: -Ben zaten yeneceğim adamı, dikildiğim yerde yenerim. Bu frenkleri yenmek için yerinden oynamaya lüzum yok. Bu minder onları yenmek için geniş bile. -Eğer, güreş esnasında, sırtı yere gelerek yeniş olmazsa, fazla oyun yapan, hamle eden puan alır ve galip ilan edilir. Yusuf'un böyle bir galibiyete aklı ermemişti: -Sırtını yere getirmeden beni galip ilan etseniz bile bunu ben kabul etmem. Yeniş için sırtı mutlaka yere gelmeli. Fransa'ya gelme, greko-romen güreşini öğrenme derken, günler mart 1895'i bulmuştu. Türk güreşçileri, boy-posları, giyinişleri, yolda yürüyüşleri, tavırlarıyla, Parislilerin büyük ilgisiyle karşılaşmıştı. Türk deyince akıllarına, papazların ve Türk düşmanı seyyahların binlerce senelik beyin yıkaması sonucunda Parislilerin aklına, insanı kesen, doğrayan, saç sakal birbirine karışmış, şeytana benzeyen son derece vahşi insanlar geliyordu. ¥ Devamı var