Yusuf'u farkeden Deli Murad, gülümsedi:-Te be Yusuf. Sen de Kırkpınar yollarına düştün ha. Desene Kırkpınar'da bize bu sene ekmek yok. Nası idmanın yerinde mi? Deli Murad'ı görünce ters hareket eder diye tedirgin olan Yusuf, onun takılması karşısında mahcup oldu: -Öyle deme bre Murad. Kırkpınar'da sen beni yenersin. Murad, Yusuf'a takıldı: -A be Yusuf. Beş sene önceki halinle seni yenemedim ki şimdi nasıl yenerim. Maşallah, dev gibi olmuşsun. Sakın aklına bir şey gelmesin. Senin başarıların bizim başarımızdır. Deliorman'ın başarısıdır. Aliço ve ekibinin elinden Kırkpınar'ı alma zamanı artık geliyor gibi. Yusuf ve Silistreli pehlivanlar birlikte yola koyuldular. Kimi yaya, kimi atlı, kimi de talikayla Edirne'ye ulaştılar. Yusuf, Edirne'ye ulaştığında, yıllardır ayrı kaldığı kara sevdalısına kavuşmuş gibi sevindi. Ama sevdiceğini ölüm yataklarında görünce de üzüldü. Edirne'ye en son iki yıl önce gelmişti. 1877-78 Osmanı-Rus Harbi sonrası yapılan Berlin Antlaşması gereğince, onbinlerce insan, ata topraklarına geri dönmüştü. Anlaşmaya göre, savaş sırasında, ata topraklarını terketmek zorunda kalanlar, geri dönebilecek, dönenlere, evleri, malı-mülkü kendilerine verilecekti. Ancak, dönenler çok acı bir süprizle karşılaşmışlardı. Evleri harabe halindeydi, yıkılmıştı. Gittikleri yerde dertlerini anlatacak muhataba ulaşamamışlar, aç ve açık kalmışlar, üstelikte Bulgar çetelerinin saldırısına uğramışlardı. Bütün bu yaşadılarından sonra tekrar ata topraklarını terkedip, Osmanlı diyarına göçten başka çare bulamamışlardı. Yusuf, işte bu göçmenlerin Osmanlı'ya ulaştırılmasında görev almış, bu sebeple en son iki yıl önce Edirne'ye gelmişti. Yusuf, iki yıl sonra bile Edirne'nin savaş izlerini aynen taşıdığını hissetti. Hâla, meydanlada göçmenler için kurulan çadırlar vardı. Selimiye bahçesinde, kırık tekerlekten boyunduruğa, yırtılmış yataklara göçün korkunç yüzünü, acı hatırarını bütün çıplaklığıyla gösteren eşyalar vardı. Yüzlerden, bozgun üzüntüsü, utancı silinmemişti. Yusuf, Silistreli arkadaşlarından, Kırkpınar'da buluşmak üzere ayrıldı. Rahmetli Hocası İsmail Pehlivan, "Oğlum Yusuf, aklında bulunsun. Şerefül mekân bil mekîndir. Yani, mekanların şerefi, orada bulunanlarla ölçülür. Bu bakımdan, bir şehre, bir yerleşim merkezine gttiğinde, ilk önce o yerde, Allahın sevgili kulunu ziyaret etmeli, niçin geldiğini söylemeli, dua ve tavsiyesini alarak hareket etmeli. Eğer hayatta böyle bir kimse yoksa, bir evliya kulun kabrini ziyaret etmeli, Kur'an-ı Kerim, salavat okuyarak sevabını ona bağışlamalı, Yüce Allahtan, ziyaret ettiği kulu yüzü suyu hürmetine, o diyara gelişine sebep maksadına hayırlıysa kavuşmayı nasip etmesi için dua etmeli." demişti. Bu yüzden, Yusuf, hemen Gülşeni Dergahı'na geldi. İbrahim Efendi, Yusuf'a görünce oğlu gelmiş gibi sevindi: -Te be Yusufum hoş gelmişsin. Gönüllere sefalar, sürur getirmişsin. Demek Kırkpınar'a geldin ha? Ne hikmetse, son derece güler yüzlü, yumuşak huylu olan İbrahim Efendi karşısında Yusuf'un dili tutulur, konuşmakta zorlanırdı: -Efendim. Eğer uygun görüp, müsaade ederseniz Kırkpınar'da güleşme arzusundayız. > Devamı var