2006 Dünya Kupası finallerinde olanlar olmuştu, Fransız Milli Takımı'nın Kaptanı Cezayir asıllı Zidane, Materazzi'ye kafa vurunca bütün dünya günlerce bunu tartışmıştı. Birçok yerde 'yılın olayı' seçildi. Materazzi'nin, Zidane'ın annesine ve bacısına küfür ettiği açıklandı. Ancak bütün bu söylenenler, taraflar tarafından doğrulanmadığı için tahminden öte geçmedi. Geçenlerde bir telefon geldi. Arayan Zidane'dı. Hiç şaşırmadım, böyle bir telefon bekliyordum. Fransızcam olmamasına rağmen söylediklerini çok iyi anladım. "Köşenin ismi 'Delice' olduğundan bu sırrımı seninle paylaşmağa karar verdim. Nasıl olsa delidir deyip kimse yazdıklarını ciddiye almaz" diyen Zidane, hadiseyi şöyle anlattı: "Başımı Materazzi'nin göğsüne niçin mi vurdum?" Niçin olacak, yakın yerde, başımı vuracak taş, demir gibi sert bir şey bulamadığım için... Materazzi'nin söyledikleri, gönlümü yakıp, beynimi kaynatınca, başımı vuracak sert mi sert, hem de çok sert bir taş aradım. Yeşil sahada taş ne arayacak, tabii ki bulamadım. Beynim, demir filizlerinin eritildiği fırın gibi binlerce derece sıcaklığa ulaşmıştı. Saha içinde çaresizce başımı vuracağım sert bir şey arıyordum. Çıldıracak gibiydim. Başımı mutlaka sert bir şeye vurmalı, biraz olsun rahatlamalıydım. Gözlerim, edepsizce sözlerinden sonra, bir de sırıtan Materazzi'nin göğsünü görünce, hayretten aklım başımdan gidecek gibi oldu. Materazzi'nin göğsü, bütün heybetiyle karşımda duruyor, 10 cm kalığında çeliğe dönmüş, ışıl ışıl yanıyordu. Hangi sebeplerle çelikleştiğini yeni fark ettiğim göğse, fokur fokur kaynayan başımı vurmak için sonsuz bir istek duydum ve gittim, vurdum, biraz olsun rahatladım. Ne oldu da gönlüm yanmağa, beynim fokur fokur kaynamağa başlamıştı. Ne olduysa, Materazzi'nin sözlerinden sonra oldu. Birden bire gözlerimden pembe bir perdenin kalktığını, dünyayı başka bir gözle görmeğe başladığımı hissettim. Dehşete kapıldım. Bu dünya, bana öğretilen, tanıtılan o dünya değildi. Görmeğe başladığım bu yeni dünyada şahit olduklarım, beynini kaynattı. Benim de dahil olduğum bir avuç göçmen, refah içinde yaşayıp, Fransa Milli Takımı'nı, "Bakın, göçmenler, siyahlar, Afrikalılar ve Müslümanlar, Fransa'da rahat içinde yaşıyor. Milli takıma kadar yükselebiliyor" dolduruşuyla sürüklüyorlar, ama yüzbinlerce göçmen renkleri ve inançları sebebiyle Paris'te üçüncü sınıf insan muamelesi görüyorlardı. Dünya nüfusunun yüzde sekseni Dünya Kupası ile meşgul iken Filistin'de masum çocuklar, kurşunlanıyor, bebeler, açlık, susuzluk ve ilaçsızlıktan ölüyordu. Adalet, demokrasi adına insanlar katlediliyor, ırza geçiliyor, kimse hesap soramıyordu. Srebrenica'da inançlarından dolayı katledilen sekiz bin kişinin katilleri on bir senedir Avrupa'nın göbeğinde elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor, ama yakalanamıyordu. Bir yerlerde birileri çok yemekten aldığı kiloları vermek için kucak dolusu para harcarken, dünyanın başka yerinde birileri açlıktan ölüyordu. Binlerce cambaz, milyarlarca insanı numaralarıyla oyalarken, sirk sahipleri, insanları maddi-manevi sömürüyor, işin en acısı da cambazlar, insanlık için çalıştığını zannediyordu. Materazzi'nin sözleriyle gözlerimdeki pembe perde kalktı, dünyanın bize gösterildiği gibi hiç de toz pembe olmadığını, bizim de çirkinliklerle, zulümle kararmış şu yeryüzünün toz pembe gösterilmesinde kullanıldığımızı fark ettim. Fark etmemle birlikte de yüreğim sancımağa, beynim kaynamağa, sonsuz bir utanç hissetmeğe başladım. İşte bu şartlarda, kaynayan beynimin sancısını biraz olsun dindirmek için başımı vuracak taş aradım, Materazzi'nin çelik göğsünü gördüm ve taş niyetine başımı vurdum, çelikleşmiş göğse... Materazzi ne söyledi de, gözümden perde kalktı ve gerçekleri görmeğe başladım, bunu mu merak ediyorsunuz? Ne söyleyecek... Tabii ki; yüzlerce yıldır söylediklerini..."