Çok kritik bir haftaya giriyoruz. 3 Ekim tarihi, Türkiye'miz için bir kilometre taşı önemine sahip. Geleceğe daha ümidli bakmak ve ülkemizin gelişmiş ülkeler ligindeki yerini perçinlemesi bakımından, hayati önem taşıyan bir kavşaktayız. Avrupa Birliği (AB) ile müzakerelerin nasıl başlayacağı kadar, Müzakere Çerçeve Belgesi'nin (MÇB) nasıl şekillendiği de 3 Ekim'de belli olacak. Türkiye'nin AB yolculuğunda en büyük destekçisi ve çok kritik anlardaki etkili müdahaleleri ile sürecin devamını sağlayan ülkelerden birisi de hep ABD oldu. İlginçtir ABD, AB'ye üye değil ve dışında. Ama sadece süper güç olmasının etkisiyle değil, transatlantik ilişkiler bakımından da belirleyici konumda olması sebebiyle, ABD faktörü her zaman önemini koruyor. AB ABD'ye rakip güç değil Avrupa Birliği'ni, ABD'ye rakip bir güç kaynağı olarak hayal edenler, gerçeğin çok farklı olduğunu idrakte maalesef zorlanıyorlar. Güç vehmettikleri AB'nin kendi başına dünya arenasında belirleyici etkisinin zayıflığını ve ABD'siz bir işe yaramadığını, görmezden geliyorlar. AB'nin, ABD'nin bir yedek lastiği (stepnesi) mesabesindeki konumunu anlamak istemeyenlerin olması normal. Ama gerçek hayat, rüyalarda dolaşmaktan ve temennilerle yaşamaktan çok farklı! Dolayısı ile bu yalın durumu yeterince kavramadan yapılacak değerlendirme ve projeksiyonlar, kendi kendini tatminden ve temenniler aleminde dolaşmaktan öteye geçemiyor. Türkiye, ta 1950'lerden beri, Batı yolculuğunu, ABD'nin müttefiği olarak sürdürüyor. 2000'lerin dünyasında ABD gibi bir süper gücün "güvenilir müttefiği" olmak, sadece doğru istikamette bulunmak değil; Türkiye'nin yüksek menfaatlerinin daha iyi korunması ve karşılanması anlamına da geliyor. Bugün, Türk-Amerikan ilişkilerinde, duygusal gerginlikler yaşandığı doğrudur. Ama bunun iki ülke stratejik ilişkilerinin esasını, gelişmesini ve işbirliğini daha da pekiştirmesini durduracağını zannetmek büyük yanılgı olur. Türkiye karşıtları ABD'de, Türkiye'nin AB ile bütünleşmesine karşı çıkan etkili bir kesim var. Ermeni ve Rum lobileri ile maşası bölücüleri kullananlar, hep Türkiye aleyhine faaliyet gösteriyorlar. Bunlara ilaveten NeoCon denilen bir kesim de, "ABD'nin müttefiği olmanın, (tıpkı İsrail gibi) Türkiye'ye yeteceğini ve AB'ye tam üye olmak için zaman kaybetmenin ve tavizler vermenin gereksizliğini" dile getiriyorlar. Hem Clinton hem de şimdiki Başkan Bush yönetimlerinde bu görüşü savunan etkili isimler olsa da, Amerikan yönetimleri Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini hep desteklediler. Bu desteği şimdi de sürdürüyorlar. Zira nihai analizde Amerikan yönetimleri, "Türkiye'nin AB'yi daha da güçlendireceğini; bunun sadece transatlantik ilişkilerin gelişmesi açısından değil, aynı zamanda globalleşme için de gerekli olduğunu" iyi biliyorlar. Ayrıca, "terörle global mücadele ve dünya çapında demokratikleşme çabalarına da, AB'ye tam üye olmuş bir Türkiye'nin, daha büyük katkı yapacağına" inanıyorlar. Dolayısı ile bu yöndeki politikalar ve değerlendirmeler, 3 Ekim kritik tarihine ve ondan sonraki sürece, Washington'dan Türkiye'ye gerekli etkili desteğin gelmesinin süreceğinin işaretleri sayılmalı. Bu arada, Washington Times gibi gazetelerde ve ABD medyasında bu sıralar çıkan Türkiye karşıtı yazılara, Türkiye'nin AB sürecine girmesini istemeyen çevrelerin "çırpınışları" ve "maksatlı çıkışları" olarak bakmak gerekiyor. Geçen hafta sonu Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu IMF'nin olağan sonbahar toplantısı için Washington'da bulunan Devlet Bakanı Ali Babacan'ın da buradaki gazetecilerle yaptığı sohbette altını çizdiği bir husus var: " 3 ekim tarihi yaklaştıkça, AB sürecini hem Türkiye içinde, hem de dışında engellemek isteyenlerin çabalarının yoğunlaştığı bir dönemdeyiz." Ali Babacan'ın bu tesbiti çok doğru! ABD'deki ve AB'deki çatlak seslere karşı şimdi daha dikkatli olmanın zamanı. Ayrıca Babacan'ın, "Hükümet olarak soğukkanlı olduklarını ve ABD yönetiminin de AB sürecine daima olumlu destek verdiğini" belirtmesi son derece önemli. Şimdilerde tahriklerden daha sakınmanın ve çok daha fazla sağduyulu olmanın tam zamanı!