Kaderin garip bir cilvesi olsa gerek! Zira Türkiye ve ABD, giderek birbirlerine daha muhtaç hale geliyorlar. Bu muhtaçlık sadece Irak'ta, Orta Asya'da, Kafkaslar'da ve Ortadoğu'da işbirliği ile de sınırlı değil. Yani, örtüşen menfaatlerden oluşan stratejik ilişkilerin de ötesinde bir karşılıklı ihtiyaç durumu bu.. Tezkere krizi öncesinde ve sonrasında ısrarla yazdık. ABD, dünyayı yeniden şekillendirmek için ortaya çıkmış süper bir güç! Ama, frenleri patlamış kamyon gibi gidiyor. Direksiyondaki Başkan Bush'un en itibar ettiği ülkelerin İsrail ve İngiltere olması, bu kamyonu daha da tehlikeli hale getiriyor. Açıkçası Bush'un bu frensiz gidişi, hiç de hayra alamet değil. Ne Birleşmiş Milletler'i, ne Rusya ve Çin'i, ne de Avrupa Birliği'ndeki muhalif sesleri dikkate almayan bir Başkan var bugün Amerika'da.. Ayrıca geçmişte Amerikan yönetimlerini belli ölçülerde de olsa dengeleyen KONGRE faktörü de yok artık! Zira Başkan Bush geçen Kasım'da yapılan seçimlerde, terörle mücadele kartını kullanarak hem Amerikan halkını hem de Demokratlar'ı köşeye sıkıştırdı. Meşhur "Benden yana mısın yoksa düşmandan mı" hedef saptırması ile, ABD'deki muhaliflerini bile etkisiz hale getirdi. Seçimden sürpriz bir şekilde, KONGRE'nin her iki kanadında da çoğunluğu sağlayarak çıktı. ğ Osmanlı'ya ihtiyaç var İşte bütün bunlardan dolayı Türkiye'nin, tıpkı İsrail ve İngiltere gibi, ABD'nin yanında olmasını, ABD'yi daha az hatalar yapacak şekilde etkilemesini, stratejik ortak konumunun elverdiği ölçüde "fren görevi" yapmasını yazdık, durduk. Ama olmadı. TBMM'nin tezkereye onay vermemesiyle Türkiye, hem bu etkili olabileceği konumunu kaybetti; hem de ABD nezdinde prestij ve güven kaybına uğradı. ABD'nin bugün Irak'ta geldiği durum ortada! İsrail'in dümen suyunda, -suyu tersine akıtmak istercesine- Ortadoğu'da barış için bastırma çabaları, fazla işe yarmıyor. Ufukta, tedirginlikleri artıran belirsizlik ve kargaşa işaretleri var. Açıkçası ABD çabaladıkça, daha da zora girer durumda. Irak'ta bile işler, her geçen gün daha da karışıyor. Zira ABD'nin dış politikalarında, yanlış üzerine yanlışlar yapılıyor. Nerede hata yaptık arayışları terkedildi. "Benden mi yoksa düşmandan mı yanasın" kör saplantısı ile, bütün dünyada ABD aleyhtarlığı çığ gibi büyütülüyor. Halbuki ABD'nin bugün zorlandığı ve giderek batağa saplandığı bu bölgelerde Osmanlı asırlarca kaldı. Bu dinler ve milletler mozayiği olan geniş coğrafya, asırlarca barış ve huzur içinde yaşadı. Üstelik emperyalist İngiltere'nin her türlü fitnelerine karşın, Osmanlı'nın yıkılışı öncesine kadar bölgede huzur vardı. ğ Adalet ve tolerans Bütün Dünya'dan gelen insanlardan müteşekkil bir başka dinler ve ırklar mozayiği olan ABD, acaba Osmanlı'nın tarihte başardığı bu durumu niye sağlayamıyor? İşte üzerinde durulması gereken püf noktası burası. Objektif tarihçiler Osmanlı'nın bu başarısını, o geniş coğrafyayı adalet ve toleransla yönetmesine bağlıyorlar. Demek ki, ABD'nin uygulamalarında temel yanlış bu nokta! Genel anlamda, adalet ve tolerans eksikliği olarak ortaya çıkan bu yönetim zaafiyeti, ABD'nin aynı coğrafyada batağa sürüklenişini hızlandırıcı bir unsur haline geliyor. ABD'nin artık, bu yanlış mantalitesini değiştirmesi lazım. İşlerin sadece süper güç olmakla yürütülemeyeceğini, yapılanların adalet ve tolerans olmadıkça barış ve huzur getirmeyeceğini birilerinin ABD'ye anlatması lazım. Osmanlı'yı ABD'ye öğretmek gerekli. Türkiye bunu yapabilmeliydi. (Hâlâ da bu potansiyeli var!) Tezkere krizi ile sekteye uğrayan bu potansiyel insanlık misyonuna, şimdilerde daha çok ihtiyaç duyuluyor. Bu ihtiyaç, giderek daha da büyüyecek. Umarız Türkiye bu âcil ihtiyacı doğru değerlendiriyor ve bu doğrultuda politikalarla vizyonunu genişletiyordur. Sadece ABD değil bütün insanlık, Osmanlı'nın bu adalet ve toleransına muhtaç. Bakalım bu ihtiyaç nasıl giderilecek? Bekleyelim, görelim.