İstanbul NATO zirvesinin sonuç bildirgesi ile Başkan Bush'un Boğaziçi'nin mavi sularını yanına ve Ortaköy Camisi'ni arka fona alarak yaptığı ilginç konuşma, Türkiye'ye yeni dünya düzeninde biçilen role dahil ipuçlarını da veriyor. İster karşı olalım, isterse sevinç ve umutla karşılayalım, hem dünyamız hem de Türkiyemiz hızla değişiyor. Üstelik bu değişim, iç ve dış çalkantıların etki ve sonuçlarıyla boğuşmaya paralel olarak sürüyor. Türkiyemiz ilginç bir ülke. Tarihinin, bulunduğu kritik coğrafyanın ve stratejik konumunun kendisine kazandırdığı devasa avantajlara sahip. Ama bu büyük potansiyeli devreye sokacak vizyonları geliştirmede, maalesef, inanılmaz bir suskunluk ve durgunluk içinde. Sahip olduğu bu büyük potansiyele rağmen, çılgın bir mirasyedi tavrıyla önüne çıkan fırsatları hovardaca harcamaya da devam ediyor. Hazır ve hazırlıklı olmak Türkiye'nin vizyon geliştirmedeki eksikliği ve gecikmesi, değişim sürecinin olumsuz etkilerini de beraberinde getiriyor. Aslında genç ve dinamik bir nüfusa sahip ülkeyiz. Üstelik başta ABD olmak üzere, dünyanın sayılı ülkelerinin üniversitelerinde tahsil görmüş süper eğitimli ve sayıları milyona yaklaşan beyinlerimiz de var. Lakin bunları değerlendirecek ve Türkiye'nin vizyonunu ortaya koyacak kadroları bir türlü organize edemiyoruz. Batılı ülkelerde ve özellikle ABD'de kurulu düzenin en önemli fonksiyonlarını üstlenen düşünce kuruluşlarını ülkemizde, bir türlü devreye sokamıyoruz. Ülkenin bugününde ve yarınında etkili olacak, orta ve uzun vadelere yayılmış projeksiyonları yapamıyoruz. Gerekli uygulamaları-politikaları da bu sebeple, bir türlü yeterince üretemiyoruz. Dolayısıyla kaçırılan fırsatların ötesinde, bu büyük eksikliğin etkilerini, çok yüksek bir bedel ödeyerek çekiyoruz. Hazır ve hazırlıklı olmak konusunda sürekli geriden gidiyoruz. Türkiye'ye biçilen roller Kendi vizyonumuzu kendimiz ortaya koyamayınca, kendimiz için gerekli yapısal değişiklikleri gerçekleştiremeyince, demokratikleşme ve reform paketlerini dış etkiler olmaksızın kendiliğimizden yapamayınca, tuhaf bir durum ortaya çıkıyor. Global değişimin olumsuz etkilerine çok daha açık hale geliyoruz. Başkalarının oyunlarında, figüran pozisyonlarına düşüyoruz. Belirleyici olabilmek fırsatlarını kullanamıyoruz. İşte bu hazırlıksızlığımız ve vizyon üretemeyişimiz bizi, global değişimde giderek çok önemli bir araç haline gelen NATO'nun geleceğinde daha az söz sahibi olmaya sürüklüyor. Büyük ve Genişletilmiş Orta Doğu Projeleri gibi, arka-yan bahçe konumundaki coğrafyalarda başlatılan yeniden yapılandırmalarda Türkiye'yi, çok sınırlı verilen roller üstlenme seçeneği ile baş başa bırakıyor. Geçtiğimiz salı günü Washington Enstitüsü isimli düşünce kuruluşunda, İsrail-Filistin ihtilafı konusunda son gelişmelerin tartışıldığı bir toplantı yapıldı. Orta Doğu barışı için bulunan en son formülün, Gazze'de Filistinli güçler yerine Mısır'ın güvenlik sağlamak üzere üstlendirilmesi olduğu anlatıldı. Yani demokrasisi özürlü Mısır, demokratik Filistin devletinin kurulması sürecinde, polis ve jandarmalık rolüyle taltif ediliyordu. Bu durum ister istemez, acaba Türkiye'ye de başka yerlerde, benzer roller mi düşünülüyor çağrışımını yaptırıyor. Halbuki Büyük ve Genişletilmiş Orta Doğu Projeleri'nin en önemli hedefleri, bölge ülkelerinin laik demokrasilere kavuşturulmasını öngörüyor. Serbest piyasa ekonomisinin kurulması, reform ve modernleşmenin sağlanması, insan haklarında, din ve düşünce hürriyetlerinde iyileştirmelerin yapılmasını hedefliyor. Niye İsrail'in saldırganlığına ve devlet terörüne dur denilmiyor; niye laiklik evrensel prensibi İsrail'in özürlü demokrasisi içine sokularak din devletinden kurtarılması sağlanmıyor; niye demokratikleşmenin ve insan haklarının önce Mısır'a yerleşmesi için çaba sarfedilmiyor sorularındaki çifte standartları hadi bir an için görmezden gelsek de, ortada çok açık bir başka gerçek var: Vizyonunuz yoksa, size jandarmalık-polislik görevi vermeye hazır bir yığın dost ve müttefik ülkeler sırada bekliyor. İşin özeti, global değişime hazır ve hazırlıklı olmak gerekiyor. Vizyonunuzu devreye sokmanız icap ediyor. Bunlar yapılmaksızın milli reflekslerle duygusal tepkiler ortaya koymanın, sürekli kırmızı çizgiler çizmenin ve kırmızı protokol halılarına takılp kalmanın, kendini oyalamaktan ve tatminden öte bir anlam taşımadığı yalın gerçeğine tosluyorsunuz. Ama iş işten geçmiş oluyor!