Allah'ın elçisinin elçisi Abdullah bin Huzâfe

A -
A +

Hudeybiye Anlaşması zahirde Müslümanların aleyhinedir ama faydası sonradan ortaya çıkar. Sükûnet döneminde İslamiyet hızla yayılır, nasiplilerin gönlünde goncalar açar. O yıllarda Araplar, Cezire ve Şam'daki Bizans tekfurlarını Kayser, İran şahlarını Kisra, Habeşistan meliklerini Necaşi, İskenderiye hakimlerini Mukavkıs, Mısıra hükmedenleri de Firavun adıyla tanırlar. Fahr-i kâinat sadece Hicaz yöresi ile kalmaz, İslâmiyeti cihana yayabilmek için bunlara elçiler yollar. Elçilik... Hiç de kolay iş değildir aslında. Devrin hükümdarları evhamlıdırlar, kuruntuludurlar, en ufak kıpırtıdan huzursuzlanırlar. Elçiye zeval olur, içeri de tıktırırlar, cellada da yollarlar. Öyle ya bütün ipleri elinde tutan bir hükümdar, "kul olduğunu anla, izzet ve şerefi İslamda ara" çağrısına ne kadar uyar? Kim bilir belki de nurlu nameyi öpüp başına koyanlar da çıkar. Nurlu davet Evet işin tehlikeli bir yanı vardır ama mücahidler zerre kadar tereddüt etmez, Server-i kâinatın emrine uyarlar. Sahabe-i kiram efendilerimiz arasında diplomat olabilecek sayısız isim vardır ama öncelikle 6 nokta belirlenir ve 6 elçi yola çıkar. Bunlardan biri de Abdullah İbnû Huzâfe es-Sehmî'dir, Bahreyn vâlisi Münzir bin Sava'yı araya koyar, İran Kisrâsı Perviz bin Hürmüz'e ulaşmakta zorlanmaz. Genç sahabinin gözü kara, gönlü ferahtır. Kisranın huzuruna eğilip bükülmeden çıkar. Kabul salonu süslenmiş nazırlar muhafızlar yerlerini almıştırlar. Hazret-i Abdullah Resulullah'ın mektubunu aracılara vermez, bizzat eliyle sunar. Kisrâ, Hîreli kâtibini çağırıp mektubu uzatır. Beklenmedik bir cümle kubbede çınlar. Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahın Resûlü Muhammed'den, Farsların büyüğü Kisrâ'ya! Kisrâ, Allah'ın ve Allahın habibinin ismiyle başlayan mektuba dayanamaz. Gadapa kapılır, bağırıp çağırmaya başlar. Huzâfe'nin oğlu son derece sakindir. Meclise döner "Ey Fars cemâ'atı" der, "sizler, yeryüzünün küçük bir kısmına hâkimsiniz. Hayal görmeyi bırakın, sizin dışınızda da koca bir dünya var. Ve Sen Ey Kisrâ! Şurda nice hükümdarlar oturdu. Onlardan, âhiretlik olanlar, dünyadan da nasîblerini aldılar; dünyalıklar ise pişman oldular. Anlarınız sayılı, akıbetiniz yaklaşıyor!" Kisrâ müstehzi bir ifadeyle "Şuna bakın hele" der, "ne zamandan beri kullar köleler Kisralarına mektup yazıyorlar. Mülk ve saltanat, bana mahsûstur! Bu husûsta ne mağlup olmaktan, ne de şeriklerden korkum var!" - Firavun da İsrâiloğullarına hâkimdi ama helak oldu. Siz, firavundan daha mı güçlüsünüz sanki? - Elbette daha güçlüyüm! Hem, sorarım size Hicaz'ı zaptetmeye kalksam bana kim mani olabilir ki? Sinirden titremektedir, mektubu kâtibin elinden alıp yırtar. Adamlarına "defedin şunu" gibilerinden bir işaret yapar. Muhafızlar Hazret-i Abdullah'ı dışarı çıkarırlar. Mektubu muhatabına ulaştırdığına göre vazifesi tamamlanmıştır. Şimdi gecikmeden dönmeli, olup biteni Efendimize anlatmalıdır. Ertesi gün Kisra'nın öfkesi geçer, nazırları yanına sokulur usulünce "olmadı" diye fısıldarlar. "Neyi reddettiğinizi bile bilmiyorsunuz. Pekâlâ mektubun okunmasını bekleyebilir, müsteşarlarınıza danışabilirdiniz." - Haklısınız. Çağırın o genci bana! Dört bir yana dağılır ama bulamazlar. Ararlar tararlar ı ıh. Sınır boylarına doğru atlı çıkarır, sağa sola haberci yollarlar. Olacak bu ya bir türlü ulaşamazlar. Hazret-i Abdullah bir çevirme ile karşılaşmadan Medîne'ye varır, vaziyeti Resul-i ekreme anlatır. Aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz çok üzülür "mülkünü kendi eliyle parçalamış" buyururlar. Bu arada Kisra, Yemen'deki vekili Bâzân'a bir mektup yazar. "Hicaz'a birilerini yolla, bilgi toplasınlar. Hem o peygamber olduğunu söyleyen şahsı alıp getirsinler bana!" Bâzân, en işbilir adamlarını (Babeveyh ve Hurre Husre) yola çıkarır. Haber Kureyş'e ulaştığında müşrikler neredeyse zil takıp oynarlar. İşte Müslümanlar şimdi yanmıştırlar, koca Kisra'ya kafa tutacak halleri yoktur ya... Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Bâzân'ın adamlarını nezaketle karşılar, hediye verir ve "yarına kadar dinlenin" buyururlar. Ertesi gün adamlar huzura çıkar. "Hükümdarlar hükümdarı Kisra'nın gücünü biliyor olmalısınız" derler, "direnmeseniz iyi olur aksi takdirde bir ordu gönderir beldenizi yıkar, ahaliyi kırar! Gelin bu görüşmeyi kabul edin, biz bir yolunu bulur kurtulmanızı sağlarız." Efendimiz gülümser "Artık Kisra ile kimse görüşemeyecek" buyururlar "zira Allahü teâlâ ona oğlu Şîreveyh'î musallat etti." Adamlar bakakalırlar. "Bunu Bâzân'a yazalım mı" diye sorarlar. - Evet yazın. Hem ona deyin ki, "İslâmiyet pek yakında. Kisra'nın devletinin eriştiği yerlere erişecek. Eğer Müslüman olursa Bâzân'ı Ebnalara (Güney Arabistan'da yerleşen İranlılara) hükümdar yaparım." Dönerler. Bâzân adamlarına sorar "Onu nasıl buldunuz?" - Mütevazı ama pek heybetli. Halkın içinde ama muhâfızı yok, bizim bildiğimiz meliklere hiç benzemiyor. -Anlattığınız gibiyse o bir peygamber. Acı akıbet Çok geçmeden Şîreveyh'ten mektup gelir. "Ey Bâzân! Kisra'yı öldürdüm! Halkı bir zalimin elinden kurtardım. Bu mektup eline erişince, oradakilerin bana itaatlarını sağla! 10 cemaziyelahir Hicri 7" Zikr olunan tarih tamı tamına uyar. Bu kadar işaret yeter, Bâzân Müslüman olur. Efendimiz de onu San'a'ya vali yaparlar. Yemen'deki Farslar fevc fevc gelir, halkaya katılırlar. Şireveyh, ancak altı ay yaşar. Kendisine halef olacak oğlu olmadığı için tahta kızını oturturlar. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) "Mukadderatını bir kadının eline veren millet, felah bulmaz!" buyururlar, ki bulamaz. Hazreti Ömer devrinde Sa'd İbni Ebî Vakkas (radıyallahu anhüm) İran saltanatını dağıtır Sasanîlerin izi nişanesi kalmaz Not: Resûli Ekrem'in Kisrâ'ya gönderdiği mektup 1962 yılında bulunur. Mr. Henri Pharaon adlı bir hariciyeci, subay babasının 1. Cihan Harbinde ele geçirdiği yırtık parşömeni okutmak için Dr. Salahaddin el Müneccid'e başvurunca vesika ortaya çıkar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.