Ordinaryüs Profesör Süheyl Ünver

A -
A +

Ahmed Süheyl, İstanbul Haseki'de, dedesi Hattat Şevki Efendinin evinde doğar (1898). Ataları gibi ilme meraklıdır. Ufacık çocuk iken babası Muhaberat-ı umumiye (PTT) müdürü Tırnovalı Mustafa Enver Bey'in dizi dibine oturur, Arapça Farsça okur. Az çok Fransızca da kapar. Seviyesi akranlarının önündedir, onu Meba-ül İrfan adlı özel okulun üçüncü sınıfından başlatırlar. Mercan İdadisi'ni de bitirdikten sonra Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye'ye girer, bilahare Darülfünun Tıp Fakültesi'ne kayar. Bu arada (1916-23) Medresetü'l Hattatin'e de devam eder ve muvaffakiyetle tamamlar. Fakülteyi bitirince gider Fransa'da dahiliye ihtisası yapar. 1930'da Farmakodinami üzerine müderris muavini (doçent) olursa da gönlünde Tıp Tarihi yatar. Nitekim muradına erer, amirlerini ikna edip Tıp Tarihi Enstitüsünü kurar. Enstitüye muhteşem bir arşiv kazandırır ki, topladığı üç bin yazma eser parayla pulla alınamaz. Tozlu raflardan Otuzlu yıllar sıkıntılıdır, Çanakkale'de şehit olan 250 bin tahsilli gencin (ki çoğu mimar, mühendis, muallim, hekim, eczacı, baytardır) yeri doldurulamaz, üstüne üstlük harf inkılabı yüzünden ortalıkta okur yazar kalmaz. Elin oğlu teknoloji kovalarken bizimkiler hece fişi ile boğuşurlar. Osmanlıya söven, padişahlara sataşan birkaç kitabı da saymazsanız ortalıkta eser bulunmaz, Maarif nezareti habire Rus klasiklerini, Yunan destanlarını basar. Evet halen velüd kalemler vardır ama korkarlar. İstiklal Mahkemeleri çift tarafı kesen ustura gibidir, Cevat Şakir gibi bir ismi bile sürgüne yollar. Şiir basitleşir, tadı kaçar, mısralar ayan beyan propaganda kokar: Uzun uzun kavaklar... Dökülüyor yapraklar... İşte böylesi kısır bir dönemde Süheyl Ünver gibi bir tabip ortaya çıkar. Selçuklu ve Osmanlı mirasını yeni nesillere aktarabilmek için âdeta kendini paralar. Halbuki dahiliye ve cildiye mütehassısıdır, hastası eksik olmaz. Divanyolu eski şark mahfelindeki muayenehanesinde dertlileri dinler, kapısını hem şifa arayanlara, hem de muhabbetten hoşlananlara açık tutar. Bu arada Şemsü'l Mekâtip ve Mekteb-i Güzin'de hüsn-i hat, resim ve ahlâk dersleri verir, değişik lisanlarda 1200 kadar (dile kolay) kitap, broşür, makale yayınlar. Dışarıdakiler onun kıymetini bizden iyi bilir, cihanın dört bir yanından nişanlar, madalyalar, mükafatlar yağar. Bir zamanla ecdadın hükümran olduğu toprakları adım adım gezer, Rumeli'de ve Anadolu'daki metruk eserlerimizi arar bulur, kitabelerini okur, planlarını çıkarır, karakalem ve suluboya resimlerini yapar. (Bunların çoğu sonradan yok edilmiştir, Süheyl Hoca katliamın ayak seslerini duymuş olmalıdır. Yerlerini belirler, kayda geçirmeye bakar.) Düşünün Bursa, Edirne, Manisa, Erzurum, Konya, Antalya, Kütahya gibi tarihî beldeler üzerine tam 160 defter hazırlar. Doğum âdetleri, düğün ve sünnet folkloru, ünlü tabipler (Lokman Hekim, Biruni, İbn-i Sina, Ebussuud Efendi, Hekimbaşı Hayrullah Efendi, Bursalı Kadızade Ruhi, Dr. Reşad Rıza, Dr Hulusi Fuad, Göz Müderrisi Esad Işık Paşa, Marko Paşa, Dr. Feridun Frik, Dr. Rıfat Osman, Hayatizadeler), asker ve sivil cerrahlar, medreseler, şifahaneler, tıbbiye mektepleri, rasathaneler, mesir macunu, Fransızca "Sheykh Jemaluddin Aksarayi", Almanca "Schanizade Mehmed Ataullah", Kanuni'nin son seferi (hastalığı, vefatı, defni), Takvim-i Vekayi, Ulema sözleri, Türk hamamları, Bayrampaşa Kekemeleri, Muvakkithaneler, Hemşirelik tarihi, Ebelik tarihi, Halk ilaçları, Hilal-i Ahmer, tabhaneler, imaretler, aşhaneler, hekim muayenehaneleri, aktarlar, kuyruklu yıldızlar, Diş Hastalıkları ve Diş Folklorü üzerine makaleler yayınlar, bildiriler sunar, bunların bir kısmı basılır ve yerlerine ulaşırlar. Evet yayınladığı kitaplar boyunu aşar ama bir de defter halinde kalanlar vardır ki insanı hayretler içinde koyar. Mesela Roma, Amsterdam, New York, La Haye, Viyana, Şiraz, Delhi, Medine kütüphaneleri hakkında 83 defter toparlar. İstanbul'un yeri elbette ayrıdır sadece sur içindeki cami, hamam, çeşme, sebil, türbe, yalı kıraathaneleri 86 deftere sığdıramaz. (Yeditepe defterleri) Hat sanatı, hat aletleri, yazı malzemeleri, kâğıt, ağar, mürekkep hazırlama ve cild üzerine derlediği bilgiler 47 defter doldurur, hatta taşar. Tasnif edilmeyen ama herkesin alakasını çeken konularda (ki eskiler ona kırkambar derler) 33 defterlik malzeme toplar. Resim üzerine inceliklerin anlatıldığı notlar daha ziyade Hoca Ali Rıza'nın tecrübelerine dayanır, ki 20 defterlik yekun tutar. Tarihî vakalar üzerine 130, tekke ve zaviyeler üzerine 13, ulema ve sanatkârlar üzerine 113, ramazan hatıralarıyla ilgili 13, çini porselen üzerine 6, çay, kahve, tütün, nargile üzerine 4, nebatat üzerine 5 defter yazar. Kelamı kibar (büyük sözler), İstanbul yangınları, evcil hayvanlarımız da ilgi alanı dışında kalmaz. Dahası mükemmel yemek tarifleri yapar, soframızın unutulan lezzetlerini yaşatmaya çabalar. Uzatmayalım, cem'an 1116 (yazıyla bin yüz on altı) deftere imza atar ki bunlar hemen kitaplaştırılacak kadar düzenli ve berraktırlar, editörleri yormaz. On parmağında on... Yetmez ebru, mühür, kaatı, sedefkârlık, tuğrakeşlik, divitçilik, hakkaklık, kavuklar, sarıklar, mücellidler, sahaflar, ünlü denizciler, değişik coğrafyalar üzerine 453 dosya hazırlar. Ressamlığın yanı sıra usta bir hattat, az bulunan bir mahyacı, hatırı sayılır bir şairdir. Müzehhibtir, minyatürcüdür, etnograftır, nakkaştır, pul toplar (dizaynını da yapar), astronomiden, matematikten iyi anlar. Topkapı Sarayı'nın 5 asırlık nakışhanesinde kurslar düzenler, konferanslar verir, gençleri sanata teşvik eder, meraklıların elinden tutar. Biriktirdiği kitapları, levhaları, fermanları, hokkaları, maktaları (ki bunların her biri şimdi yat kat alır) Süleymaniye Kütüphanesine bağışlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.