Şah Cihan oğlu Evrengzib Âlemgîr

A -
A +

Hindular Rama'nın cesur ve onurlu bir erkek olduğuna inanırlar. Karısı Sita, Kral Ravana tarafından kaçırılınca Rama kardeşi Lakşmana ve becerikli maymunu Hanuman ile bir operasyon yapar, Sita'yı kurtarırlar. Çocukken tereyağı araklayan, gençken de flüt çalıp avare dolanan Krişna ihtiyarlayınca filozoflukta karar kılar. Brahma'nın pusuladaki yönler kadar başı vardır, Vişnu ise devir daim işlerine bakar. Aslında Rama ve Krişna Vişnu'nun kopyası olurlar. Boynuna sarılı kobra ile dolaşan Şiva kötülükleri savar! Karışık değil mi, azıcık üstüne düşen sayısız tenakuz yakalar. Lâkin Hindular bu masalı canlı tutar, efsaneden ayinler çıkarırlar. Hint felsefesi Hinduizm bir dinden ziyade gelenekler derlemesidir, kurucusu ve kitabı bulunmaz. Eski çağlardan kalma "Veda" adlı metinleri okurlar. Bir Hindu, Şiva, Vişnu, Rama, Krişna veya diğer tanrı ve tanrıçalardan birine tapabilir, dağ (Himalaya), nehir (Ganj) önünde de eğilebilir. Rahipler içinden çıkılmaz sorulara muhatap olmamak için işi sese ve görüntüye boğar. Mensuplarını rengârenk putlar ve muazzam tapınaklarla tesir altına alır, müzikle uyuturlar. Mîlâttan 560 sene evvel Kapilavastu köyünde doğan Guatama (Buda) ise bir bey oğludur, kendini sahraya vurur, "ıstırap" üzerine kafa yorar. Bir zamanlar Jinalardan (fatihlerden) biri olan Mahavira ise Jain öğretisi ile taraftar toplar, bunlar şiddete "şiddetle" karşıdırlar. 16. yüzyılda Hindu bir aileden gelen ama Müslümanlardan da etkilenen Pencaplı Guru Nanak ise yeni bir yol açar, bağlılarına "Sih" adını takar. Farkındaysanız bütün bu inanışlar "kul" orijinlilidir ve hareket noktalarını "felsefeden" alırlar. Hindular da en üst sınıf Brahmanlardır (Rahipler), onları Kşatriya'lar (Prensler Racalar) izler. Sonra Vayansalar (tüccarlar) gelir, derken Surdalar (ameleler) sıralanırlar. Paryalar insandan bile sayılmaz, onları iter, kakar, aşağılarlar. Sınıf atlamayacaklarını bilen yığınlar akıbetlerine razı olurlar. Hindistan her ne kadar fukara yurdu olarak anılsa da bolluk bereket içindedir aslında. Madeni zengindir, iklimi mutedildir. Kışları odun kömür derdi olmaz. Toprağı verimlidir, öyle ki değneğinizi unutsanız yeşillenmeye başlar. Kırda çayırda lezzetli otlar, dağda bayırda kokulu baharatlar... Yabani ağaçlar bile meyveye dururlar.. İşte bu mülayim hava, bu masalsı inanışlar ve bu sınıf yapısı insanları uyuşuk ve boş vermiş yapar. Bu yüzden daima komşularının boyunduruğu altında kalırlar. Türk Hanedanları Hindistan'da asırlarca hükümran olurlar. Ancak halkı ezmez, sömürmez, dirlik, düzen ve adaleti sağlarlar. Onları korur, kollar, Portekizli yağmacılara karşı koyarlar. Bu güzel coğrafyada mükemmel medeniyetler kurar, Taç Mahal, Kutup Minar gibi zirvelere imza atarlar. Türkleri de bekleyen bir tehlike vardır: Erimek, kendileri gibi kalamamak. Dilerseniz baştan alalım Timur'un torunlarından Babür, Fergana'nın başkenti Andician'da doğan bir Özbek Türküdür. Babası Ömer Şeyh Mirza'nın ölümü üzerine, Fergana hükümdarı olur. Kâbil, Kandehar derken Hindistan'a girer ve Panipüt Meydan Muharebesinde, İbrahim Ludi'nin (o da bir Türktür aslında) ordusunu yener. Delhi ve Hanpur'u fetheder, Agra'yı başkent yapar. (1526) Zaman zaman ayaklanırlarsa da Hindulardan muharip çıkmaz, Babür Şah, Rana Senka'nın etrafında toplanan 100 bin kişilik orduyu, Türkistan süvarileri ile (13 bin kişidirler) dağıtmakta zorlanmaz. Karşı tarafta sayısız fil vardır ama Osmanlı Türklerinden Mustafa Rumi Efendinin kumanda ettiği topçular büyük iş yapar. Babür Şah'ın yerine, 22 yaşındaki büyük oğlu Hümayun Mirza geçmelidir, lakin kardeşler arasında taht kavgası kopar. Hümayun Mirza önce çekilir sonra kardeşi Kamran Mirza'nın elinden Kandehar'ı alır ve baba mirasını toplamaya başlar. Hümayun, yumuşak huylu bir sultandır, düşmanlarını bağışlar, bu yüzden defalarca ihanete uğrar. Ülkenin imarına önem verir, şehirleri kubbelerle donatır. (Hanımı Hamide Banu'nun yaptırdığı muhteşem türbede yatar) Hümayun'un oğlu Ekber Şah işleri tıkırında bir devlet teslim alır, keyfine bakar. Hind Okyanusunda dolanan Portekizlilere aldırmaz, emperyalistlerin ekmeğine yağ çalar. Yer, içer, yatar, Hind dilberleri ile düşe kalka Hindulaşmaya başlar. Oturup "Din-i İlahi" adında "yamalı bohçaya benzeyen" bir inanç sitemi kurar. Mecusi, Brahman ve Hristiyanlara karışmaz, Müslümanları bunaltmaya başlar. Ortalığa bidatler kaplar ancak İmam-ı Rabbani hazretleri canla başla çalışıp sünnet-i seniyyeyi yayar, erozyona mani olurlar. Ekber'in yerine geçen Cihangir Şah ulemaya karışmaz ama feraset ehli de değildir, İngiliz planlarını okuyamaz. Britanyalıların Hindistan'a sızmalarına mani olamaz. Cihangir'in yerine geçen oğlu Şah Cihan ise Türk hanedanlarından Nizamşahiler ve Adilşahlarla takışmaktan yorgun düşer. Kutubşahlar ise İran etkisinde kalıp Şiileşir, ayrı baş tutarlar. İşte o hengamede Portekizliler, Hugli'de bir koloni kurar, insan avına çıkarlar. Şah Cihan, Portekizlilere papuç bırakmaz, onları tek şehirde toplar, göz hapsinde tutar. Yükselme devri Muhammed Mâsum Fârûkî'nin terbiyesinde yetişen Şehzade Evrengzib, Dekken vâliliği esnâsında fevkalade bir idâreci olduğunu ispatlar. Güzel ahlâklıdır, mütevazıdır, ilme meraklıdır, âlime hürmetkâr. Fakiri fukarayı kollar, kul hakkından çok korkar. Sade giyinir, gösterişten kaçar. Safevî akınlarını durdurmayı başarır, sınırlara sahip çıkar. Buna rağmen Şah Cihan, büyük oğlu Dara Şükuh'u veliaht tâyin eder, ki Hindular genç prensin etrafını çoktaaan kuşatmıştırlar. Evrengzib ağabeyi Dara Şükuh'un iktidarını tehlikeli bulur ve onu Samugarh'da kesin bir mağlûbiyete uğratır, "Muhyiddîn Muhammed 1. Âlemgîr" unvânıyla tahta çıkar. Memleketi tam 50 sene idare eden Evrengzib Âlemgîr devleti eski muhteşem günlerine nasıl kavuşturur, sulh ve sükûnu nasıl sağlar? Anlatacağız... Yarına...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.