Sürgün yolunda Cevat Şakir

A -
A +

Cebeci hapishanesi tam bir felakettir, henüz sırılsıklam inşaat... Kumlar, kalaslar, molozlar... Tavan yoktur, nöbetçi duvar üstünde turlar. Hela mela bulunmaz, sıkıştım diyene "yap oraya" buyururlar. Mebus Nebizade Hamdi Cevat Şakir'in eski dostudur, tutuklandığını duyunca gelir, hiç değilse bir şiltecik getirir. Cevat şilteyi demir karyolaya yayar, paltosunu çekip uyumaya bakar. O gece rüyasında Robert Kolej'de okumaktadır, yanında Tevfik Fikret'in oğlu Haluk. Misyoner öğretmenler, kasvetli bina... Boğulacak gibidir, ne sıkıntı ama... Uyanır da "oh be" der, "hürriyet var!" Ne hürriyeti, bayağı da mahkumdur işte. Olsun, mektepten kurtulsun da... Kodes yazar doludur yandaki hücreden Hüseyin Cahit mors alfabesi ile duvara tıklar. "Kimsin? Necisin? Nerden geldin?" diye sorar. Karnı acıkır, cebinden çocuklar için ayırdığı bayram şekerleri çıkar. Açlığını onlarla yatıştırır ve bağırsaklarını bozar. Ekmek peynir alınsın diye verdiği paralar buharlaşır. Sonradan anlar ki çekildiğini sandığı telgraflar da yerine varmaz. Neyse bir sabah jandarmalar gelip kelepçe takar, yürür yürür iki katlı bir ahşabın önünde dururlar. Üstünde "Burası İstiklal Mahkemesidir" yazan kapıdan içeri alınırlar. Sultandan yetkili Uzun süre beklerler, nihayet fısıldaşmalar kopar ve Üç Aliler (Kel Ali, Ali Saip, Kılıç Ali) arz-ı endam eylerler, gören ayağa kalkar. Savcı bir başka Alidir, Necip Ali! Devir onların devridir. Bir işaretle sanık ahireti boylar. Temyiz filan arama... Avrupa'da çok mahkeme gören Cevat Şakir anlar ki muhteşem adalet saraylarında vazife yapan peruklu serpuşlu Fransız yargıçlarında bunların yetkilerinin çeyreği bile bulunmaz. Frenkler değil peruk, aslan yelesi taksalar, bizimkilerin yanında tatar ağası kalırlar. Kürsünün kurulduğu odacığın kanatlı kapısı açıktır, ister istemez Karadeniz'den getirilen bir grubun davasını izlemek zorunda kalırlar... Adamlar hazırlıklıdır, yanlarında işine vakıf olduğu belli avukatlar. Kucaklarında tomar tomar dosyalar... Bir ara Afyon Ali Bey avukata sorar "o elindeki ne?" - Vekaletname efendim, müvekkilimden. - Ha öyle mi? O zaman sende vekilinle yargılan! Geç bu yana! Adam kül gibi olur, kime ne anlatacaksın, derdine yan. Bu arada Mebus Nebizade Hamdi haber yollar. "Sizi idama mahkum edecekler ama korkmayın, infaz olmayacak." İyi de ortalık karışıktır, kim kime dum duma, mühür imza derken adamı sallandırırlar, kimseciklerin haberi olmaz. Cevad Şakir'in hayatı gözünün önünden geçer, yağlı urganı boğazında hissedince hassaslaşır, hatıralara dalar. Neyse içeri alırlar, oda ufacık daracıktır. Afyon Ali "seni seni" deyip salladığı parmak neredeyse yüzüne çarpar. Hikaye baştan okunur ancak onun yazdığı ile alakası yoktur, iki satır da bir "pek kahraman" "çok şanlı" kelimeleri geçer ki ne kahramanların kahramanlığı kalır, ne şanın şanı şatafatı. Hikaye biter, manalı bakışmalar. "Sanıklar dışarı" buyrulur , yargıçlar aralarında fısıldaşırlar. Ali Bey tekrar içeri çağırır ve haykırmaya başlar: "İş bu hikaye seferberlik aleyhine kasıtlı olarak ve mahirane bir tarzda icra edilmiş olmasından ötürü sanıkların üç yıl kalebentliğine..." Bir bakıma suçun adı konulmuş olur "halkı askerlikten soğutmak!" Hakimler uzun uzun listeye bakar ve "Bodrum'a" diye yapıştırırlar. Bodrum deyince akıllarına bir izbelik gelmiş olmalıdır, ihtimal. Zekeriya işini bilir, oracıkta adamını bulur, Bodrumu Sinop'a çevirmeyi başarır ve Diogenes'in memleketine doğru yola çıkar. Ama Heredot'un memleketi bir muammadır, kimse Bodrum'u bilmez tanımaz, zaten yolu izi de bulunmaz. Trenle İzmir'e gidecek, artık bir vapur bakacaktır herhal. Yanına verilen Jandarmalar saf çocuklardır, sorarlar: "Bağlamasak kaçar mısın ağam?" -Yok kaçmam. "İyi öyleyse" der, kelepçeleri heybeye atarlar. Gar, tren... Üçüncü mevki bakımsız vagon... Ve geri geri kayan ağaçlar... Köylüler çıkınlarını açar, ne Allah verdiyse uzatırlar. Halbuki Jandarma yanında giden biri hırsız uğursuz olmalıdır di mi ya. Ne fark eder gören gözün hakkı var. Hedef Akdeniz'dir ileri. Lokomatif dört nala koşmaya başlar. Egeli sıcaktır, az sonra kompartımanı türküler sarar Bergama Bergama kazan kazan ver bana Ödemiş ödemiş o yar bana ne demiş Yolda bozulmuş siperler görürler, savaş henüz soğumamıştır. Ormanlar yanmış, zemin kavrulmuş, toprak eti sıyrılmış kemik kalmıştır. Polatlı çorak, Eskişehir bozkır, şehirler köyden berbat... Harcırah sınırlı olduğu için Afyon'da iner, tam üç gün daire daire dolanır, tahsisat kovalarlar. Bu arada bir bakkalın bele gelen sundurması altında yatarlar. Aydın ve Çine'ye Güneye indikçe hava ısınır yeşil gümrahlaşmaya başlar. Menemen, Karşıyaka derken bir gece vakti İzmir'e ulaşır, Basmane'de zemine basarlar. Evet Bodrum'a vapur vardır ama İstiklal mahkemesinin yargıladığı biri tehlikeli olmalıdır, ya gemiden atlayıp kaçarsa? Öyleyse uygun adım marş, yol iki yıl sürse de yürümelidir, o kadar. Cevat Şakir parasını kendi çeker, peşine takılan jandarmaların gidiş dönüş masrafını da karşılar. Lütfedip treni kullanmasına razı olurlar. Kampana, düdük, bayrak... Katar merasimle kalkar... Aydın per perişandır burada tam 25 gün oyalanır, gündüzleri kara sineklerle, geceleri tahta kurularıyla uğraşırlar. Nihayet tekerlekli tenekeden farkı olmayan bir otobüse biner Çine'ye doğru yola çıkarlar. Jandarmalar "10'ar papeli hazırla" derler, şoför ise "kelle başı beş" alır. Demek ki ufak ufak yolunmaktadır. Çine'de onu "hoş geldiniz Cevat Bey" diyen bir çavuş karşılar, traş olması için kelepçesiz zincirsiz kasabaya salar, peşine adam ney de takmaz. İçi bir hoş olur, berberde sıra vardır, çavuşun başı ağrımasın diye traş olmadan döner gelir, işe bakın artık kilid altına alınınca rahatlar. Çavuş ona kendi kaldığı yerde temiz yataklı bir oda gösterir, ne alışılmadık şey ama... > Devamı var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.