“Barıştan önceki son savaş...”

A -
A +
Yıllardır İslâm coğrafyasında, ramazan ayının kuşatıcı huzurundan bile nasiplenemeyen çatışma ve savaşlar devam ediyor. Üstelik bu savaşlar, her bir örgütün kendi inanç sisteminde bir “dini temel”e oturtularak yapılıyor.
Onların her birine göre verilen mücadele “kutsal” ölen “şehit” kalan “gazi” oluyor. Üstelik her örgütün kendine göre oluşturduğu kurallar silsilesi, yine kendilerince zorlanmış yorumlarla, İslâmî referanslara dahi dayandırılmış durumda.
Yani bir insanı hiçbir hukuki yargılamaya tabi tutmadan, ayaküstü ve bir kişinin kararıyla kolayca “kâfir” ilan edebiliyorlar. Bu ilan sonrasında da “kanı helal” dedikleri bu kişiyi yine hiçbir merhamet barındırmayan yöntemle katledebiliyorlar. Bir kadını ise tekfirden sonra kendi kararlarıyla kolayca  “cariye” olarak alabiliyorlar.
Oysa İslâm inancının âdeta kılı kırk yaran, bırakın tekfir etmeyi, bir kadını zina ile suçlarken dahi en az 3 şahit isteyen hassasiyetlerinin hiçe sayıldığı bu şiddet üreten anlayışların sosyolojik kodlarının doğru bir şekilde henüz tanımlanamadığı da ortadadır.
Âdeta “dehşet” saçma üzerine kurulu, İslâm’ın en çok öne çıkardığı merhametten eser barındırmayan bu “inanç” yapılarının öncelikle sağlıklı bir tanımlarının yapılabilmesi gerekir. Bu tanımlama yapılmadan, kodlar çözülmeden sağlıklı bir yol alınması da mümkün olamıyor.
“Çürütülemez bir literatür”den beslenen bu anlayışların, beslendiği metafizik sahanın da iyi tespit edilmesi gerekir. Beyinleri yıkanmışların üzerinde tesir oluşturmanın zorluğu, sadece ikna edememe endişesi değildir çünkü. Daha çok, “korku yayma”yı bir strateji olarak seçmiş bu yapılara yaklaşmak ve onların içine dâhil olarak bir irşâd yapmanın neredeyse imkânsız oluşu ile ilgilidir.           
En büyük gücünü bu “içe kapalı” ve “dehşet saçma” anlayışı ile sağladığı tanımlanamama noktasından alan bu yapılara karşı dünya nasıl bir yol izleyecek?
Bu denli öfkenin kaynağında Batı’nın ve elbette ABD’nin bölgede uyguladığı politikaların tesiri nedir?
Sorularını da öncelikle muhataplarının iyi yorumlaması gerekir.
Burada benim için en garip olan şeyse şudur. Var olan öfkenin en büyük müsebbibi olanların, yine bu öfkeyi kendi çıkarları için yönetenler olmasıdır. Öfkenin sahibi ise öfkesini körükleyeni unutmuş bir şekilde, kendi dindaşlarına saldırmaya devam ediyor.
Batı ise yine bu örgütlere “cihatçı” diyerek, İslâm’ın en temel kavramlarını dünyanın algısında “kirletme”ye çalışıyor. Kendisini “İslâmî” olarak tanımlayan ve âdeta “öldürme makinesi”ne dönüşmüş bu yapılar, kendilerine inananları motive etmek ve savaşlarının kutsallığına inandırmak için ise “bu, barıştan önceki son savaştır”a inandırıyorlar.
Maalesef dünyadan da bu çağrılarına karşı ciddi destekler topluyorlar. Çünkü kapitalizm dünyada birçok genci daha hayata atılmadan küstürme kapasitesine sahip. Merhametsizliğe dayanan aşırı rekabetçi yapısıyla o kadar çok öç alacak insan biriktiriyor ki, onlar da öçlerini entegre oldukları terör yapıları aracılığı ile alıyorlar.
Başka bir ifadeyle bu, kapitalizme karşı hesap sorma ruhuyla bilenmiş gençleri terör yapılarının ikna etmesi son derce kolay hâle geliyor.
Birçok sebebin beslediği bu yapılar için en başta İslâm dünyasının sonra da tüm insanların kendi tutumlarını sorgulaması gerekir. Daha sonra ise bu yapıları besleyen kaynakların doğru bir yaklaşımla kurutulması esas yol olmalıdır.
Aksi hâlde o klasik cümleye döner, bataklığı kurutmak yerine sineklerle uğraşırız...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.