Bu milletin, kahramanlık destanlarını ne zamanlarda ve hangi duygu ile yazdığını iyi bilmek ve anlamak zorundayız.
Bugünkü kavgalarımızın önemli sebebinin “birlik” olma duygusunun zede almasıyla ilgili olduğunu iyi bilmemiz gerekir.
İçimize sokulan nifakların kökleri tarihin ta arka sayfalarına kadar uzanıyor aslında. Selçuklu ya da Osmanlı dönemi siyaset namelerinde bu nifakların kimler tarafından ve hangi sebeplerle sosyal hayatın içine atılmaya çalışıldığı hep vurgulana gelmiştir.
Bir gerçek vardır ki o da bu tohumların safların sık, devletin güçlü olduğu zamanlarda yeşerememiş olmasıdır.
Toplumsal hafızamızı kaybederek aslında birlik ruhumuzu da kaybettik. Bizi birleştiren inanç mekanizmalarımız, bizi duygudaş yapan toplumsal moral değerlerimiz ciddi yaralar aldı.
“Yeni bir ulus” oluşturmak isteyenler bunun böyle olmasını da arzu ettiler aslında. Yeni düzenlerini kurmak için eskinin inkâr edilmesi gerekiyordu. Bu, öyle bir inkâr ki asla mukayese yaptırmayacak, yeni ile eski arasında bir bağ kurdurtmayacak bir inkâr.
Kurgu, zamanlaması itibariyle önemli bir zemin de buldu maalesef. Dünyayı kasıp kavuran ulusçu akım, bizi bu defa teğet geçmemiş iliklerimize kadar işlemişti.
O ulus içerisinde Kürd'e, Arab'a yer olmadığı gibi inanç ve mezhep farklılıklarına da yer yoktu.
Oysa çok katmanlı bir toplum yapısında yetişmiş, imparatorluk bakiyesi bir toplum için bu, parçalayan bir duruma tekabül ediyordu.
Çanakkale bu anlamda da o çok katmanlı inanç ve etnik yapının, birleştirici son kalesiydi.
Çanakkale savaşı, yaşanmış bitmişlerden ziyade yaşanmış ama bitmemiş bir destandır.
Bu sebepler dolayısıyla, onu büyük yapan ruhu anlatmaya, tasvir etmeye bizim kelimelerimiz kifayet etmeyeceği için o anı yaşayan bir kahramanımızın sözlerine müracaat edip yazımı sonlandırmak isterim.
Nitekim bu sözler üzerine başkaca söylenecek söz de kalmayacak zaten…
İkdam gazetesi muhabiri, ileri atılan bir çavuşumuzun şu sözlerini aktarıyor. Bir süngü muharebesinden:
“O anda bir çavuşum ileriye atılmış: 'Aman ya Muhammed! Biz bugün sana kavuşmak ve şehid olmak istiyoruz. Ben o kadar günahkâr mıyım ki beni cennetine almıyorsun!..' feryadıyla hem ateş ediyor hem ilerliyordu...”