Hem müsebbib hem muhâsib hem de muhâlif…

A -
A +
Toplumsal meselelerde müsebbib, muhâsib ve muhâlif olma hâlinin aynı kişide zuhur etmesi sebebiyle enteresan çelişkilere şahit oluyoruz.
Bir muhalefet düşünün ki o, kendisinin ürettiği siyaset sebebiyle nelere zarar verdiğini hiç hesaba katmadan sadede, “iktidardır o hâlde her şeyin sorumlusudur” anlayışıyla, kendisine hiç toz kondurmasın.
Bu mümkün müdür? Garip ama maalesef bu sorunun cevabı evet…
Hele de o muhalefet anlayışının temsilcisi Kılıçdaroğlu’ysa buna daha az şaşırmak gerekir sanırım.
Gezi ile başlayan, 17-25 Aralık süreciyle devam edip 6-7 Ekim ardından Kobani olaylarıyla da farklı bir veçhe kazanan süreç, aslında farklı dinamiklerin körüklediği olaylar gibi görünseler de sonuçları itibariyle yaptıkları tahribatın birleşme alanları ortak oldu. Onlar da siyasal ve ekonomik istikrar, sosyal huzur ve kardeşliğimizdir.
Yukarıda saydığım ve çok önemli kırılma anlarını işaret eden hadiseler de, kimlerin nasıl tutum takındığı ve mevcut yaşananlardan sonra “Bize de bir iktidar çıkar mı?” fırsatçılığını nasıl icra ettiklerini herkes bilfiil müşâhede etmedi mi?
Ülkemizin yaşadığı menfur terör saldırılarında bile, tek yürek olmamız gerekirken pek çok muhalif siyasi figür ya da medya organı, Paris saldırısına gösterdikleri yaklaşımı kendi ülkelerinden ve onun istikrarından maalesef esirgemişlerdir.
Özellikle Kürt kardeşlerimiz adına siyaset yaptıklarını iddia edenler, kendilerinin bir “şiddet alt-kültürü”yle hareket ettikleri gerçeğini bir kenara bırakarak ve haksız bir şekilde devleti “katliam alt-kültürü” ile suçlama yolunu seçtiler.
Oysa iktidarın durumuna baktığınızda tüm bu bozan, azaltan, yıpratan, yıldırmaya çalışan unsurlara karşı ülkesinin millî hasılasını, ihracatını, birliğini tamire çalışan bir pozisyonda görüyorsunuz.
Elbette her şeyin mükemmel gittiğini kimse iddia etmiyor zaten. Fakat bu kadar dağıtan varken, tek toparlayıcı konumunda olmak da elbette kolay değildir.
Bugün bu hız kesen unsurların, muhalefetinden medyasına, sivil toplum kuruluşundan akademisyenine kadar, garip bir çelişki içerisinde ve yaptıklarından da sorumlu olduklarını düşünerek bir iktidardan hesap sormaları tekrar tekrar vurgulanması gereken bir çelişki değil mi?
Yani Kılıçdaroğlu, bu ülkede ne zaman iktidarın yaptıklarına katkı vermiştir; takdir etmiştir…
Ben şahsen hatırlamıyorum. “Mademki AK Parti yapmıştır o zaman karşı olmak lazımdır?” ilkeselliğinden taviz vermeden Esad’la bile görüşen bir CHP liderinin, âdeta ülkeyi her olumsuzlukta ayaklarından tutarak aşağıya çekmesi ve sonra da “Neden gayri sâfî hâsıla azaldı?” diye soru sorması sadece çelişmekle açıklanamayacak kadar girift bir siyasi mülahaza gerektiriyor.
Kısaca tekrar izah gerekiyorsa şunu ifade etmek isterim. Bir insan sebep olduğu bir meselede, hesap sorma makamında olamaz. Ancak ortada ilkeli bir muhalefet varsa iktidarın yanlış yaptığı bir şeyden hesap sorabilir, milletin vicdanını da yanlarında hissedebilirler.
Oysa millet, muhalefetin bazen “artık saçmalıyorlar” dedirtecek tarzdaki icraatları sebebiyle kendisini hep vicdanının mecbur ettiği noktada buluyor.
Ve bu anlayışa karşı cümleleri ise genelde şaşkınlık ifade ediyor:
“El insaf!
Yine mi?
Bu kadar da olmaz ki!
Pes vallahi!” şeklinde...
Yazık, aslında keşke bunların yerine özlediğimiz ve bizi daha güçlü kılacak olan:
Mâşallah, Rabbim birliğimizi bozmasın!
Ne güzel bir tavır, akıl ve insaf dolu!
Bu hâl var ya düşman çatlatır!
Peki, olması gereken hangisi ve hangisi daha güçlü ve huzurlu kılan? Gerisi size kalmış...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.