Özellikle mübarek ramazan ayı içerisinde dillendirilen “nefis terbiyesi” meselesi var. Benim amacım elbette dinî bir vaaz değil. Fakat bir Müslüman olarak ve yine Müslüman bir toplumla yazı paylaşırken bu temel kodlara vurgu yapmadan da geçemeyeceğim.
Çünkü öyle görülüyor ki nefisler çoğu zaman galebe çalmaya, aynı inancın mensuplarını birbirine düşürmeye devam ediyor. Mananın yerini şeklin aldığı bir zeminde, karşıdakinden önce kendini hesaba çeken ermiş gönüllerin yerini, “her şartta ben suçsuzum” diyen ve herkesi kendisi için “hizmetkâr” gören egoistlerin varlığı da bu çatışmayı maalesef şimdilik artan yönde etkilemeye muvaffak olabiliyor.
Bazen ilmin mertebe olarak yüksekliğine delalet eden unvanlar bile nefsi yenmeye kâfi gelemiyor. Çünkü nefsi ya da modern kullanımıyla egoyu yenmek ve tabiri caiz ise “hiç”leşmek, unvanlara takılıp kalacak bir hafiflikten çok daha derinlerde bir şey. “Nefsini yenmiş” zannettiğiniz, hatta bazen kendinize “rehber” olarak gördüğünüz insanların bu egoizmini hissetmeniz çok uzun bir zamanda da gerçekleşebiliyor. Çünkü çok bilinçli bir şekilde yönetilen, derinde bırakılan bu tip egoların deşifresi için çok özel tevafukların yaşanması gerekir; o da her an denk gelemeye bilir. Yıllar sonra yakaladığınız ve uzun bir dönem muhabbet duyduğunuz o egonun size yaşattığı sukût-i hayal ise tarifsizdir.
Sadece görünene ve dolayısıyla görünenin sağladığı gösterişe takılma ya da onu hedefe koyma acziyeti, maalesef en büyük hastalıklardan biri hâline geldi.
Zayıf, imkânlardan yoksunken derin ve güçlü gibi görünen “dava arkadaşlığı” bağlarının imkân ve güce kavuşunca ne kadar zayıf ve sığ olduğuna sıkça şahit olmaya başladık. Yani paranın gücüyle dayanışmanın gücü maalesef yan yana bulunmayı pek sevmedi.
Oysa hiç böyle düşünülmemişti. Birlikte yola çıkanlar, yolda yeni tanıştıklarıyla yeni ve daha çok da menfaate dayalı ilişkiler geliştirirken, eskilere mesafe koyma gereği duydular. Bunun bence en önemli sebeplerinden biri şuydu; onlar güce kavuşanların, güçsüz günlerinin şahidi idiler. Nefislerini yenememiş ve sonradan olmuş güçlüler için ise zayıflık günleri önemli bir kompleks sebebiydi.
Fakat her şeye rağmen bunun da imtihanın bir parçası olduğu gerçeği ortaya çıkar ve her şey zihninizde tuzla buz olur. Tahammül edemeyeceğinizi zannettiğiniz şeyler bir anda tahammülü mümkün hâle gelir.
“İnsana şaşırma, insanı şaşırtma” diye özetlediğim formülle rahatlamayı, birinci derecede kendi benliğimizden sorumlu olduğumuzu da unutmadan yolumuza devam etmeyi, önemle hatırlamalıyız diye düşünüyorum.
Her hal ü kârda, güçsüz ya da güçlü iken arkadaş ve dost kalabilmeyi, nefsini hiçleştirerek görselden manaya doğru yol alabilmeyi dua ile Rabbimden niyaz ediyor, orucun idrakiyle bayrama erişmemizi diliyorum...