Siz olsanız Erdoğan'ı sever miydiniz?

A -
A +
Zor olsa da bir empati yapmaya çalışıyorum son günlerde.
Ve soruyorum kendime: "Sen onların yerinde olsan Sayın Cumhurbaşkanını sever, Türkiye'nin büyümesinden hoşnut olur muydun?"
Bu soru elbette insana farklı, çarpıcı ve aynı zamanda karşıt bakışla ilgili önemli çözümlemeler sunuyor.
Açıkçası kurmaya çalıştığım bu empati sayesinde, bugün PKK'ya yapılanlara tepki veren İngiliz gazetelerini, Alman siyasetçilerinin eleştirilerini, ABD'nin gerçek bir destek vermeyişini daha iyi anlamlandırma fırsatı bulduğumu ifade edebilirim.  
Bir düşünelim!
Misyonerliğin, ilham kaynağı Pavlus'tan bu yana kullanılan bir metodoloji ile ta milattan sonra ellili yıllardan başlayan anlayışla, dünyaya yeni bir biçim vermeye çalışacaksınız. Bunu da 1649 yılında İngiliz devlet politikası haline getirerek İngiltere Parlamentosunun aldığı bir kararla Hıristiyanlığı Yayama Cemiyeti şeklinde kurumsallaştıracaksınız, yüz yıllar boyu on binlerce insan (misyoner) feda edeceksiniz, trilyonlarca dolar harcayacaksınız ve 1500'den fazla okul açacaksınız sonra da biri çıkacak ve sizin tüm bu emeklerinizi tehdit edecek.
Yani kendi inançları için yüz yıllardır tehlike olarak gördükleri İslam inancı ve onun yüz yıllarca bayraktarlığını yapan Selçuklu ve onun devamında Osmanlı "gizli ya da açık pek çok hile ve entrikayla zayıflatılmış ve neticede de yıkılmasına zemin hazırlanmışken şimdi bunlar da nereden çıkıyorlar ki." Öyle değil mi?
Yine onlar; "Bizim, 150-200 yıldır bölüp parçalayıp birbirine kırdırdığımız, 'Küreselleşme, Dinler Arası Diyalog' gibi maksatlı hedeflerle uyuttuğumuz bu İslam coğrafyası nasıl olur da yeniden bir zihni uyanış yaşar" diyorlar.           
Misyonerlik çalışmaları için ilk olarak 1804 yılında İzmir'den girilen bu Anadolu toprakları, dinsel metinlerinde de kutsandığı şekliyle Fırat'ın suları, Kudüs ve daha pek çok yer ve tabii Şarkiyatçılar eliyle bütün röntgeni çekilmiş bir "Doğu" onlar için kolay feda edilebilir mi artık.
Bi düşünün!
Oysa şimdi o bildiklerini zannettikleri "Doğu"dan biri onları şaşırtıyor. Yani II. Abdülhamid'den sonra ilk defa bir "çetin ceviz" çıktı karşılarına!..
İşte tüm bu gerçeklerdir aslında Batı'nın tehdit olarak algıladığı; "Gönül coğrafyamız" diyen bir Tayyip Erdoğan'ın hedef tahtasına konulmasının asıl nedeni.
Batı'yı ve tabii onun zihniyetini iyi anlamak için çokça okumak ve onları daha da şaşırtmak zorundayız. Bizi birbirimize düşürüp enerjimizi bölmeye çalışan her zihniyete direnmek ve içerisinde barındırdığı sinsiliği iyi hissetmek durumundayız.
Bu sinsilik her noktadan hissedilmelidir artık. Çünkü o sinsi el bazen uzanan bir yardım eliymiş gibi, bir kültür faaliyeti ya da sanat çalışması gibi dahi size ulaşabilmektedir. Bu sinsi eli görmenin en temel yolu inandığımız değerleri, toplumumuzu, kardeşlerimizi herkesten daha iyi tanımaktır. 
Onlar kendi inandıklarının gereğini yerine getiriyorlar neticede. Bu gerçeği görmek ve bizim de kendi inandıklarımızın gereğini yerine getirmek gibi zorunluluğumuz olmalı. Bizim inandıklarımız bize adalet ve hoşgörü emreder. Bu coğrafyaya da bu gözle bakmak zorundayız. 
İşte ancak o zaman bu hesapların hepsi boşa çıkacaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.