Yalanı aslında neredeyse bütün inanç sistemleri reddeder, günah sayar; bu, ilâhî ya da beşerî sistemlerin hepsi için geçerlidir. Elbette yalanın dînî boyutunu ele alma kudretinde değiliz. Bu yazının amacı da bu değil zaten; bir dinin mensuplarının, beşeri sistemlerde yalanı bir strateji olarak kullanması üzerine bir şeyler söylemeyi amaçlıyor.
“Günah” ya da “suç” sayılmasına rağmen garip bir şekilde “yalan” dünyada neredeyse bütün dinlerin ve ideolojilerin mensupları tarafından kullanılmaya devam edegelmiştir. Bu günahtan ruhunu arındıranlar elbette olmadı değil ama orantıladığınızda sayıları konusunda çok da iyimser şeyler söylenemez.
Yalan ilk defa şeytan tarafından Hazreti Âdem’e karşı bir “silah” olarak kullanıldı. Silah diyorum çünkü onun cennetten kovulmasına sebep oldu. O günden beri insanoğlu âdeta Budist bir rahibin şu sözünü haklı çıkarma gayretindedir; “İnsanoğlu zayıftır, o yüzden yalan söyler, hatta kendisine bile!”
Belki de fıtratına aykırı sistemlerde kendisini korumanın da bir aracı olarak görmüştür yalanı. Bu sistemlerde işlenen günahın vebali elbette tek yönlü değildir; olamaz. İşlerini yalan olmadan yürütemeyeceğine inanan insan kadar, onu yalana zorlayan sistemler de suçludur. Hatta yalanı “meşru” bir propaganda aracı olarak gösteren sistemler vardır.
İşte bu sebeplerle beşeri sistemler içerisinde kendisine yer bulmaya çalışan insanlar, bir kamuflaj olarak yalanı daha fazla kullanmaya başladılar; hatta bir “mantığa büründürme” yoluyla da vicdanlarda açtığı tahribatın tedavisini amaçlayarak.
Bugün insanlar ticarette, siyasette ya da ideolojilerini yayma çabası içerisinde o meşru(laştırılmış) yalana çokça başvurur hâle geldiler. Garip olan şey ise bunu yaparken hiçbir sorgulama yapmadan, neredeyse bir “vicdan rahatlığı” içerisinde davranabiliyor olmalarıdır.
Bir firma çok rahat bir şekilde, malını satabilmek için olduğundan daha farklı davranabiliyor. Yine bir siyasi parti, rakibini zayıflatmak için binbir türlü yalana başvurabiliyor. Ya da bir dînî cemaat kendi sistemini hâkim kılmak için yalan/takiyye üzerine kurulu bir zeminde hareket edebiliyor. Üstelik bir yol olarak seçilen yalanı uygularken bir mani de görmüyorlar. Bunu, inandıkları için bir vazife olarak addediyorlar çünkü.
Oysa İslâm inancında olduğu gibi bazı inançlarda da çok istisnai hallerde yalana izin vardır; bir insanın hayatı söz konusuysa ya da bir ailenin dağılmasına engel olabilecekse…
İcra ettiği fonksiyon gereği en büyük yalanların döndüğü bir başka yer de uluslararası politikadır. Çıkarların korunması adına binbir türlü entrika ile karşı karşıyayız. Bu yalanlarla birlikte ufalanan insanlık, bir sürü canını kaybetti. Buna rağmen koca koca yalanlar söylenmeye devam ediyor; olmayan vicdan sızlayamadığı için… Korkarım bu sızlamayan vicdan, hesapsız da yalan söyleyebildiği için daha nice canları öğütecek.
Mantığa uydurulan ama gerçekten, hakikatten zerre barındırmayan bu kurgusal anlayışlardan kurtulmak zorundadır insanlık. Aksi halde sürekli fıtratıyla çatışmak zorunda kalacak ve bu sebeple de huzuru hep karartılı uzaklarda arayacaktır.
Hakikat şu ki karanlık ve aydınlık aynı anda olmaz…
Çünkü yalan ve riya kötüdür; insan ise eşref-i mahlûktur…
Her şeye rağmen Müslüman için ise umut asla bitmez. Rabbi ona vadetti çünkü İsrâ sûresi 81. Ayette; “Hak geldi batıl zail oldu.”