Kasım 2004 günü yapılan ABD Başkanlık seçimlerinde, bugün 25 üyeden oluşan bütün AB üyelerinin, sadece Polonya'nın istisnası ile John Kerry 'yi desteklediğini ve bu nedenle George Bush'un yeniden seçilmesi üzerine 'Şok' yaşadıklarını biliyoruz. Ne var ki, seçimi tekrar kazanan Başkan Bush'un AB'nin onaylamadığı eski 'Sertlik' politikasında ısrar etmesi, AB çevrelerinde Avrupa ülkelerinin ABD'den bağımsız bir dış politika izleme eğilimini kuvvetlendirmekte ve bu suretle 'İkinci Bush Yönetimi' nin, istemeyerek de olsa, 'Avrupa Federalizmi' fikir ve cereyanına büyük katkıda bulunduğu kabul edilmektedir. Nitekim, Bush'un tekrar seçilmesinden sonra beyanat veren Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın "Amerikan seçimlerinden sonra, Avrupa'nın, birliği ve dinamizmini kuvvetlendirmek ihtiyacını her zamankinden daha fazla duyduğunu vurgulamasını, AB'nin bir 'Avrupa süper gücü' olma arzusunun bir ifadesi olarak yorumlamak gerekiyor. Bunun gibi, Almanların 'Derspiegel' dergisine beyanat veren İspanya Başbakanı Zapatero'nun 'Avrupa, 20 yıl içinde en, önemli bir "global güç" olacağına inanmalıdır" şeklindeki sözleri de, AB'nin gelişme yönünün, ABD dışında bir Avrupa Süper Gücü oluşturmak olmasının başka bir ifadesi değil midir? Gerçekten, Avrupa'nın ekonomik büyüme yönünden, bırakanız Çin ve Hindistan, ABD'ye nazaran da daha zayıf olmasına rağmen, AB'nin ileride ABD'ye alternatif bir 'Süper Güç' olma ihtimali gözardı edilmemelidir. Nitekim, Washington'daki Milletlerarası Ekonomi Enstitüsü'nün bir mensubu olan Adam Posen kısa bir süre önce yayınladığı tebliğinde, 25 üyeli AB'nin ekonomik bakımdan ABD'yi şimdiden yakaladığını ve bugün 295 milyon nüfuslu ABD'nin karşısında 455 milyon nüfuslu bir birlik oluşturan AB'nin, Türkiye ve diğer Balkan ülkelerinin katılması ile 2020 yılına doğru 600 milyonluk bir güç haline dönüşeceğini söylemektedir. Doğrusu istenirse, gücü ve nüfuzu gittikçe artan AB, şimdiden İran'ın nükleer silahlanmasını sınırlamak ve Rusya'yı iklim değişikliği ile ilgili 'Kyoto Protokolü'nü imzalamak konusunda inandırdığı gibi, Bosna'daki askeri operasyonları yapmak yetkisini NATO 'dan kendi uhdesine almış bulunmaktadır. Kısaca, Avrupa Federalistleri , Başkan Bush'un ikinci dört yıllık görev süresi boyunca sertlik taraftarı ve keyfi politikasını sürdürmesi halinde, AB'nin oluşturacağı 'Global Güç'ün gerçek bir mimarı olacağı fikrindedirler. İşte bütün bu nedenlerle, Türkiye'nin, Bush'un dümen suyunda gitmemesinin; AB üyeliğimizi kolaylaştırması ve çabuklaştırması gerektiğini düşünüyorum. Ne var ki, aksi tahminim ve temennilerime rağmen, 70 milyon nüfusu, zengin ekonomik potansiyeli ve güçlü ordusu olan Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği 17 Aralık 2004'te, Rumların akılsızca duygusallığına, Avrupa'daki Hıristiyan Demokratların fanatizmine veya bazı AB liderlerinin iç politika hesaplarına takıldığı takdirde, bu sadece Türkiye'nin AB üyeliğinin değil AB'nin de "Avrupa'nın süper gücü" olma hayalinin sonu olabilir. ..... Düzeltme: 11 Aralık 2004 tarihli yazımın doğru başlığı "AB'de Katolik ve Laik görüşler arasında çekişme" şeklinde olacaktır. Düzeltirim. İ.G.