17. yüzyılda Orta Avrupa'daki aydın kişiler iletişimlerini Latince gerçekleştirirken, 19. yüzyılda Orta Avrupa'da Almanca'nın egemen hale geldiğini, II. Dünya Savaşından sonra ise bu bölgede genellikle Rusça'nın kullanıldığını görüyoruz. Ne var ki bugün bu bölgede İngilizce, üstünlük kazanmış bulunmakta, eğitim, iş ve politika elitinin dili olan İngilizce Baltık'tan başlayarak Balkanlar'a kadar uzayan bölgede, her dört orta öğrenim kuruluşunun üçünde öğretilmektedir. Nitekim, 1 Mayıs 2004 günü AB'ye katılan yeni üyelerle İngilizce AB içinde durumunu daha da kuvvetlendirirken, Avrupa'daki ülkelerin çoğunluğu Rusça'yı terk etmekte ve Rusça sadece Baltık ülkelerinde,-ve fakat yine de İngilizce'den sonra- ikinci sıraya düşerken, Polonya ve Slovakya'da üçüncü sıraya düşmekte, Macaristan ve Çekoslovakya'da okullarda ise, pek az yer bulmaktadır. Bu arada, bir sürpriz olarak Almanca'nın da Orta Avrupa ülkelerindeki yerini İngilizce'ye kaptırdığını görüyoruz. Rusça ile Almanca'nın Avrupa ülkelerinde gerileme kaydetmesinin nedenlerini Komünist ve Hitlerci zulümlerde aramak ve bulmak mümkün olsa bile, Avrupa'nın birçok ülkesinde "kültür merkezleri" açan Fransızca'nın da gerilediğini ve sadece ana dili Latince kökeninden gelen Romanya'da Fransızca'nın İngilizce'nin önünde geldiğini görüyoruz. İngiliz dilinin Avrupa'da kaydettiği bu ilerlemenin bir nedeninin de yabancı yatırımlar olduğu muhakkaktır. Zira milletlerarası Avrupa şirketleri çalışma dili olarak İngilizce'yi kullanmakta, bunun en güzel örneğini ise, geçmiş on yıllarda Orta Avrupa'da en büyük yatırım yapan Almanya'nın "Siemens AG" şirketlerinin İngilizce'yi kullanması olayı oluşturmaktadır. Kısaca, İngiliz dilinin yükseliş temposu bu dili "lingua franca-milletlerarası ticaret dili"haline getirmiştir. Bilindiği üzere, AB bütün üye devletlerin dillerini resmi dil olarak kabul etmesine ve tüm belgelerini bu dillere çevirmesine rağmen, AB'yi oluşturan kuruluşların komitelerinde çalışma dilleri olarak İngilizce, Fransızca ve Almanca oluşturmakta, ne var ki AB'ye yeni üyelerin katılması ile ikinci sırada bulunan Fransızca ile birinci sırada yer alan İngilizce arasındaki fark büsbütün İngiliz lehine artmış bulunmaktadır. Bu konuda sorulan soru şudur: İngilizce'nin AB'de konuşulan birinci ortak dil olması acaba AB'nin siyasal bütünleşmesini çabuklaştıracak mıdır? Hiç şüphe yok ki İngilizce'nin yaygınlaşması bu kuruluş içindeki "dil engeli"ni azaltacak ve AB içindeki diyaloğu kolaylaştıracaktır. Ne var ki, Sovyetler Birliği'nin tek ortak dile sahip olmasına rağmen yıkıldığı hatırlanırsa, "ortak dil"in kötü işleyen bir kuruluşu değil, ancak iyi bir siyasi sisteme dayanan bir kuruluşu ayakta tutabileceği teslim edilir.