Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümü" başlıklı "Annan Planı"nın son şeklinin ortaya konması ile, "Hayır"cıların ve "Evet"çilerin, sıraladıkları karşılıklı iddialarını medya haberlerinden izliyoruz. "Kıbrıs davası"nın ortaya çıktığı 1950'lerin başından itibaren, evvela genç bir akademisyen ve Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT) Genel Başkanı, daha sonraları da Öğretim Üyesi, gazeteci-yazar sıfatı ile ve 50 yıl müddetle, mitinglerde, toplantılarda, köşe yazılarımda ve makalelerimde, evvelâ merhum Fazıl Küçük, daha sonra da Sayın Rauf Denktaş ile, tam bir uyum içinde bulundum ve Kıbrıs Türkü'ne elimden gelen desteği verdim. Bir milliyetçi vatansever olarak, bugün de hem Türkiye Cumhuriyetinin, hem de Kıbrıs Türk Halkının çıkarlarını gözönünde tutarak, son şekli ile "Annan Planı"nın, bugünkü şartlarda elde edilebilecek "En az kötü" bir belge olduğunu ve bu nedenle, KKTC seçmeninin bu plana "Evet" demesinin çıkarlarına uygun olacağını düşünüyorum. Zira herkesin "Daha iyiyi aramak ve istemek hakkı" olmakla birlikte, hayatta çok defa "Daha iyinin, iyinin düşmanı olduğunu" yani insanların "daha iyi çözüm ararken, çok defa "İyi çözüm" fırsatını kaçırdıkları gerçeğini gözönünde tutuyorum. Annan Planı ile ilgili tartışmaları yakından izleyenlerin de bildiği üzere, Plana "Hayır" diyenlerin görüşlerini 3-4 noktada toplamak mümkündür. Plana en büyük itiraz 9.000 sayfa tutan bu planın metni okunmadan referanduma sunulduğu iddiasıdır. Oysa planın özü 300-400 sayfa içinde toplandığına göre, bu iddiayı ciddiye almak mümkün değildirl. Diğer önemli endişe ve itirazlar, "bu planın ENOSİS'e yol açacağı" ve "Kıbrıs'ın Girit gibi olacağı" noktalarında toplanmaktadır. Avrupa Birliği Hukukunu ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ayrıntıları ile bilen bir akademisyen olarak, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği'nin ortak garantörlüğüne sahip bir çözümün, ne ENOSİS'e, ne Kıbrıs'ın Girit gibi olmasına, ne de bir tek Kıbrıslı Türk'ün haksız olarak burnunun kanamasına meydan vermeyeceğine inanıyorum. Kıbrıslı Rumların Kıbrıs'ta ENOSİS'i, gerçekleştirmeye kalkışacaklarını düşünmek, bana, Belçika Federal Devletinde Flamanların Valonları kendilerine zorla katacaklarını iddia etmek gibi "garip" geliyor. Konu ile ilgili olarak üzerinde durulan başka bir endişe de şudur: Rumlar "Hayır" derse Türklerin 'Evet' demesi bir fayda sağlar mı? Bana göre, en çok merak edilen bu sorunun cevabı, Verheugen'in de söylediği gibi, "Rum tarafının referandumda "hayır" demesi durumunda, Türk tarafını ekonomik izolasyondan "Yani tecritten" kurtarma yöntemlerinin araştırılıp başlatılacağı gerçeğidir". Diğer taraftan ABD'nin de "Türkler 'Evet', Rumlar 'Hayır' derse, Kuzey Kıbrıs'a kaynak sağlarız, ambargoyu fiilen deleriz" ifadesi ile tavrını ortaya koyduğunu görüyoruz. Bu ise, KKTC'ye AB'nin uyguladığı ekonomik ve siyasi ambargonun kaldırılması ve KKTC'ye yatırımların yönlendirilmesi, kısaca Kıbrıs Türkü'nün, AB'ye üye olmadan da, ekonomik refahının süratle artması anlamına gelmektedir. "Türklere çok şey verildi" gerekçesi ile, son Annan Planına karşı çıkan Papadopulos'un olumsuz tavrına rağmen, Kıbrıs Rum Kesiminin, 24 Nisan Referandumunda bu plana "Evet" deme ihtimalini büyük görüyor, fakat yukarıda kısaca vurguladığım nedenlerle KKTC seçmeninin son sözünü "Evet" yönünde kullanmasının, hem KKTC, hem de TC'nin ve en çok kendi çıkarlarına uygun olacağını düşünüyorum. Fakat hiç şüphe yok ki, bu konuda son söz KKTC seçmeninindir. Son haberlerde AKEL Partisi'nin Papadopulos'u takiben referandumu erteletmek ve bu suretle 1 Mayıs 2004 günü Güney Kıbrıs'ı tek başına AB'ye sokmak hesabını yaptığını öğreniyor ve "Referandumu erteleyelim" diyen sayın Denktaş'ın bu girişimiyle çözümsüzlüğü belirsiz zamana ve şartlara taşımak dışında ne kazanacağını anlayamıyorum.