ÇARE

A -
A +
Doğu kâlbe, batı kalıba bakar. Biz vakârı, onlar kibri temsîl eder. Bizde câmiler ihtişamlı, saraylar mütevâzıdır. Hâlbuki garbın her şeyinde gizli veyâ açık debdebe vardır. Açığı anladık da gizlisi nasıl oluyor demeyin. Biraz dikkatli bakın. Gerçi şu an için bu şuurdan biz de çok uzağız. Ecdâd ecdâd diyoruz ama kabuğu kırıp da bir türlü öze inemedik. İkinci Murad’ın vasiyyetini okuyup anlamadan inemeyiz de…
 
Tanzîmât dönüm noktası. İlk ciddî mikrop orada girdi. Üzerine titrediğimiz kâlbimiz o andan i’tibâren teklemeye başladı. Hâkânlarımız bozulan ritmi düzeltemedi. Hiç kimse bu yolda muvaffak olamadı. Son devrin arz-ı endâm edenleri arasında adam sıfatını taşıyan zevât azdan da az. En olmadık kişiler îzâh edemediğimiz işler yapdı. Şimdi burada sayıp döküp ortalığı karışdırmayalım. Osmanlı târih sahnesinden çekilirken hastalık bütün şiddetiyle devâm ediyordu. Sonrası ma’lûm: İflâs. Asırlarca Allah, Allah, Allah diye atan kâlb tamâmiyle durdu. Daha doğrusu durduruldu. Îmânla aydınlanması îcâb eden o hücreye inkâr şırınga edildi. Artık dediler iki çeğrek asır sonra bu topraklarda müslüman kalmaz. Hemen ardından programın ikinci safhasına geçeriz. Bu sûretle haçlı seferleri umulmadık bir zaferle sonuçlanmış olur…
 
Hedefleri buydu fakat cenâb-ı Hakkın da bir hesâbı vardı. İmdâd-ı ilâhî yetişdi. Son çeyrek beklentilerini boşa çıkardı. Yarım yamalak da olsa, bölük pörçük de olsa bu asîl millet atalarının istikâmetine temâyül etdi. Bu gelişme karşısında ma’lûm gürûh saçını başını yoluyordu. Hâlen de yoluyor ya! Neden olmadı sorusunun cevâbını bulamadılar. Âhirete inanmayanların cenâb-ı Hakkın hesâbından haberdâr olabilmesi mümkin mi? Şaşkınlıklarını acabâ hangi kelimelerle dışa vurdular doğrusu merâk ediyoruz. “Allah Allah” diyemeyeceklerine göre…
 
Bunlar kaybedenler safında. Öyle bir kayıp ki bir ömürle sınırlı değil. Sonsuzluğa uzanıyor. Buna mukâbil milletimiz her şeye rağmen varlığını devâm etdiriyor. Tabîî ki çok yara aldı. En başda i’tikâdı sarsıldı. Ehl-i sünnetin kalesi bu memleketde mezhebden, müctehidden habersiz türediler dolaşıyor. Bu yarayı tedâvi etmemiz lâzım. İngilizin fitnesini artık anlamamız lâzım. Sarsılmaz bir îmân ve doğru bir i’tikâd yeniden şiârımız olmalı. O gün dünyânın ne kadar küçüldüğünü göreceğiz. Varılamaz dediğimiz hedeflerin birer birer önümüze düşdüğüne şâhidlik edeceğiz. Kalıbla işimiz bitecek. Yeniden kâlb adamı olacağız. Garbın fransız kaldığı ve îmânla şereflenmedikçe kalacağı vasfımızı tekrâr kazanacağız.
 
Gelelim şu vasiyyete. Fâtih’in babası burada esas olarak neler söylüyor olabilir? Devletden mi bahsediyor, servetden mi? Çolukdan mı bahsediyor, çocukdan mı? Milyon sene düşünseniz nâfile. Bulamazsınız. Hadi lafı uzatmayalım. Oradan ba’zı pasajlara yer verelim:
 
“On bin flori ki sarf oluna şol mûcibce ki zikr olunur: Üç bin beş yüz flori Mekke-i şerîfe ve üç bin beş yüz flori Medîne-i şerîfe fukarâsına şerrefallahü teâlâ üleşdüreler ve kalan üç binin beş yüzüne Ka’be ile Hatîm arasında yetmiş bin kerre ‘lâ ilâhe illallah’ dedüreler. Kalanına hatm okudalar ne kadar yiterse; ve beş yüzüne Medîne-i şerîfde peygamber hazretinin ‘sallallahu aleyhi ve sellem’ mescid-i şerîf içinde türbe-i mutahharasına karşu yetmiş bin kerre ‘lâ ilâhe illallah’ dedüreler, kalanına hatm okudalar ne kadar yiterse; ve bin beş yüzün Kuds-i mübârekde fukarâya üleşdüreler ve beş yüzün dahi ‘Kubbetü’s-sahrâ’da ve ‘Mescid-i Aksâ’da ‘kelime-i lâ ilâhe illallah’ dedüreler kalanına hatm okudalar ne kadar yiterse. Her ki bunu tağyîr ide Allahü teâlânın ve cemî’ halkın la’neti ânın üzerine olsun…”
 
“On bin flori dahi vasiyyet etdi kim bin florisin üzerinde sâdâta üleşdüreler ve iki binine yetmiş bin kerre ‘kelime-i lâ ilâhe illallah’ ve yetmiş bin kerre ‘salâvât’ zikr etdirüb sevâbın pâdişâh-ı müşârunileyheye bağışlayalar ve yedi bin florisin gicelerde ve güzdüzlerde üzerinde kelâmullah hatm ideler…”
 
“Ve dahi vasiyyet idüb buyurdu kim bir elmas kaşlu yüzüğüm dahi ânı dahi satalar, üzerimde ol günde yetmiş bin kerre ‘lâ ilâhe illallah’ dedüreler…”
 
“Ve dahi vasiyyet etdi: Ol maldan bin flori ki ânınçün iskât-ı hac ideler ve vasiyyet etdi kim ol maldan iskât-ı salât ideler hîlesiz…”
 
“Ve dahi vasiyyet idüb buyurdu ki: Ol maldan beş bin flori harc idüb üzerime bir çâr dıvar türbe yapalar, üstü açık ola ki üzerime yağmur yağa, ammâ çevre yanını örtme ideler, altında hâfızlar Kur’ân okumağiçün…”
 
Dikkat ederseniz dünyayla ilgili tek bir cümle yok. Âhiret, âhiret, âhiret… Şimdi soruyoruz: Bu büyük sultan pâdişâh mıdır, derviş mi? Sultan Murad mıdır, Yûnus Emre mi? Yukarıdaki satırların buram buram ehl-i sünnet i’tikâdı kokduğunu da hatırlatalım. Bugün iskât-ı salâtı, iskât-ı haccı kaç kişi biliyor, kaç kişi kabûl ediyor, kaç kişi yapıyor?
 
Yiğit düşdüğü yerden kalkar. Türkiye İstanbul’dan, İslâm dünyâsı Türkiye’den düşdü. Herkesin kurtuluşu bize bağlı. O hâlde fluluk olmadan, yarım yamalaklık olmadan yeniden değerlerimizle mücehhez olmalıyız. Kendimizi de, İslâm âlemini de, dünyâyı da kurtaracak çâre bu! Bu çâre biiznillah her savaşı kazandırır...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.