TARİH

A -
A +

Her insan geçmiş hâdiseleri yorumlamaya çalışır. Bir tabîb inşâât teknikleri hakkında zerre kadar bilgi sâhibi olmasa bile kendinde hiçbir eksiklik hissetmez, ama düne dâir konuşamadığı zaman rahatsız olur. Bir şeyler söylemek, en azından konuşulanları anlamak ister. Mâzînin tahlîli ilmî bilgi ışığında daha doğru yapılabileceği için tahsîlliler daha ziyâde yazılı kaynaklara mürâcaat etmekdedir. Bu ise şuûrlu olarak veyâ farkında olmadan tarih ilmine girmek demekdir. Şu hâlde tarih insanları bir şekilde kendine çekmekdedir.

Sahasının genişliği ona dâimâ canlılığını koruma imkânı vermekdedir. En son yaşanmış sâniyeden geriye doğru olan zaman diliminin mâzîyi teşkîl etmesi her şeyin tarihini yazmayı mümkin kılmakdadır. Borla çalışan otomobilin henüz gelişdirilmekde olması onu tarih ilminin konusu olmakdan kurtaramamakdadır. Haddizâtında her kesimden insanın tarihe bu kadar alâka göstermesinin mühim bir sebebi konusunun hemen her şeyi ihâta edebilmesidir. Ne var ki tarihi vazgeçilmez kılan çok daha önemli âmiller vardır.

Yüzlerce sene önce cereyân etmiş beşerî bir vâkıanın hâfızalarımızdaki tâzeliğini hâlen muhâfaza etmesi, tarih ilminin bunu sağlamak gibi bir salâhiyyeti hâiz bulunmasiyle îzâh edilebilir. İnsanların ana-babalarının vefâtından bir müddet sonra eski neş’elerine kavuşduklarını, dolayısiyle söz konusu hâdisenin te’sîrinden pek de uzun sayılamayacak bir zaman diliminde kurtulabildiklerini hatırlayalım ve şu suâlleri soralım: Tarih olmasaydı 93 Harbi'ni nasıl olup da unutmayacakdık? İstanbulun Fethi, Mohaç, Haçova ve buna benzer pek çok tarihî vak’a hâfızalarımızdaki tarâvetini nasıl muhâfaza edebilecekdi? Şüphesiz bunlar nesilden nesile anlatılacak, bu yolla unutulmaları belli nisbetde engellenecekdi. Fakat acabâ bu sûretle derdest edilen bilgiler, tarih ilminin vermekde olduğu ve esâsen hakîkatin ta kendisi olan, yâhûd da hakîkate en yakın bir mevki’de bulunan bilgilerle kıymetçe mukâyese edilebilir miydi? Gerçi o bilgiler bir cem’iyyetin tarih hakkındaki kanâatidir ve buna binâen söz konusu düşünceler o cem’iyyetle alâkalı herkesi ilgilendirecekdir. Fakat şurası mühim ki bunlar umûmiyyetle gerçeğin kendisi değildir; hakîkat hakkında o cem’iyyetin görüşünden ibâret olan bilgilerdir.

Tarih, geçmişde yaşanmış hâdiseler hakkında doğru bilgilerle mücehhez olmamızı sağlarken bu şekilde onların hâfızalarımızdan silinmesine de mâni’ olur. Hattâ bunun da fevkinde olarak tarihî hâdiselerin aradan asırlar da geçmiş olsa dimağlarımızda canlı olarak kalmasını te’mîn eder. 900 sene evvel cereyân etmiş Malazgird'in milletimiz nezdindeki tarâvetini hâlâ muhâfaza etmesi, adı geçen gazâ yâd edildikçe gözlerimizin bugün bile yaşarıyor olması yukarıdaki kanâatimizin müşahhas misâlidir. Mohaç'ın heyecânını, bunun yanında Kırım'ın elden çıkışının kederini ve buna müşâbih pek çok vak’anın müsbet yâhûd menfî te’sîrini tarih ilminin bizleri bu husûslarda bilgilendirmesi netîcesinde hissederiz ki işte bu cihetlerden söz konusu ilmin büyük bir vazîfe gördüğünü sırası gelmişken belirtmeliyiz.

Münevverlerimiz tarih ilmi hakkında bir takım kıymet hükümleri vermişdir. Onlara göre bu ilmin en mühim sıfatı insanlara tarih şuûru kazandırmasıdır. Tarih öyle bir ilimdir ki bugünü düne götürürken dünü bugüne getirir. Böylece her ikisini ayrılmaz tarzda birbirine kenetler.

Tarihin birinci husûsiyyeti insanlara mâzî şuûru kazandırmak ise ikincisi bunu kuvvetlendirmesidir. Nitekim söz konusu ilmin Müslümanlara târih şuûru kazandırması, onların geçmiş hakkındaki kanâatlerini değişdirmek şeklinde değil, hâiz bulundukları idrâki te’kîd etmek tarzında vukua geliyor. Çünkü Müslümanlar olarak inandığımız tarihle hakîkî tarih arasında hiçbir fark bulunmuyor. Farklılık gibi gözüken hâdiseler asla taalluk etmeyen ve hattâ tâlî dahi denemeyecek üçüncü dördüncü dereceden mes’eleler olarak karşımıza çıkıyor.

Temel tarih zihniyyetimizde sarsıntı meydâna getirecek mevzûlarda bu ilmin te’sîr gücünün fazlasiyle sınırlı olduğu görülmekdedir. Abdülhamîd Han hazretlerini yererken tarih ilmi netîcesinde onun hakîkî şahsiyyetini tanır ve kendisini sevebiliriz. Başkası için zıddı da mümkündür. Fakat tarih ilmi, onların aslında Müslüman oldukları, bütün ömürlerini İslâmiyyet yolunda sarf etdikleri, dolayısiyle makbûl insanlar arasında bulundukları hâricinde her ne derse desin, Lenin’i veyâ Napolyon’u ve hattâ bugün kullandığımız elektriği bulan Edison’u sevebilir miyiz? Tarih ilmi vâsıtasiyle ba’zı insanlardaki mâzî idrâkinin değişmesi bu hakîkate muhâlefet etmez, çünkü bu kişiler bizim inanç dâiremizi terk etmişdir.

Dünya üzerindeki her milletin istisnâsız şekilde tarihe ilgi duyduğu görülmekdedir. Filhakîka geçmişin bir karanlıklar deryâsı olmaması tarih ilminden istifâde edilip edilmemesiyle yakından alâkalıdır. Fakat ona doğru bu derece büyük bir temâyülün görülmesi bugünü daha iyi değerlendirebilme düşüncesinden de doğmakdadır.

Mimar Sinan’ın dâimî sûretde kendini aşmış olması önceki eserlerinin zayıf yönlerini yakalamasiyle mümkün olabilmişdir; demek ki dünün bilinmesi terakkî için mühim bir zemîn teşkîl etmekdedir. Nitekim Osmânoğulları daha önceki Türk devletlerinin kardeşler arasında taksîm edilme geleneği sebebiyle kısa zamanda tarihe karışdıklarını görünce bu za’fı ortadan kaldırma yoluna gitmişler ve kardeş katlini kânûnlaşdırmışlardır. Maamâfîh geçmişden çıkarılacak dersler her zaman için bu şekilde olmaz. On altıncı asırdaki hâlimize vâkıf olmamız şu günkü durumumuzu doğru olarak ma'nâlandırma imkânını da sunmakdadır. Tarih, ömürleri boyunca menfî bir hayat sürmüş milletleri “artık aklını başına al” diyerek îkâz ederken, müsbet bir hayat yaşamış, ancak sonradan acınacak hâllere düşmüş olanlara da aynı şeyleri söylemekdedir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.