SORU SORABİLME GAYRETİ Bir bilim adamı anlatıyor: Okuldan eve gelince annem bana hep "Bugün öğretmenine hiç güzel bir soru sordun mu?" diye sorardı. Güzel soru sorabilme gayreti beni bir bilim insanı yaptı. > Sinem Bütün Bilim, en temel anlamıyla etrafımızdaki dünyayı anlamak için gösterilen, mantık çerçevesinde organize bir çabadır. Bilime yönelme ise "merak" duygusunun beslenmesiyle başlar - ki bu duygu, çocukluk döneminin en önemli özelliğidir.- "Bu nedir?", "Neden böyle?", "Nasıl yapılır?" sorularıyla hayatı algılamaya başlayan çocuklar, 4 yaşına geldiğinde nelere ilgi duyacağını çoktan keşfetmiştir. Bu yaşlarda bireysel gelişimin temeli olan "çocuk - aile - okul" üçlüsünün ilk bölümü tıkır tıkır çalışır. Peki, bu kadar meraklı, adeta küçük birer bilim insanı hâline gelmiş çocuklarımız nasıl olur da ilerleyen yaşlarında "bilim" ya da "bilimsel çalışma" denildiğinde o ortamdan hızla uzaklaşmak ister? ÖĞRENMENİN ZEVKİ TÜBİTAK'ın 2005 yılında 47 ilde, 15-24 yaş arası 1033 gence çeşitli sorular sorarak yaptığı araştırmanın sonucu çok vahim bir tabloyu gözler önüne seriyor. Buna göre, gençlerin "bilim" denilince gözlerinde canlanan görüntü: Ciddi, asık suratlı, orta yaşlı bir erkek. Anlaşılıyor ki çocuklarımızın büyük bir çoğunluğu büyüdükçe öğrenme arzularını yitirirken öğrenmenin verdiği zevki unutuyorlar. Bahsedilen üçlünün hızlı çalışan parçası bozuk sesler çıkarmaya başlıyor. Ülkemizin de içinde bulunduğu bu tablodan en hızlı şekilde uzaklaşmanın yolu, her zaman olduğu gibi önce aile sonra da okullardan geçiyor. Anne ve babaların çocuklarını tanıma çabaları, bilinçli yaklaşımları ve yönlendirmeleri, çocuklarının hayatlarını bir ömür boyu etkiliyor. ANNEME BORÇLUYUM Yaşanmış şu iki hikâyeye bir bakalım: Bir gün üç yaşındaki bir çocuk buzdolabından süt şişesini çıkarmaya çalışırken şişe çocuğun elinden kayıp düşer ve ortalık süt gölüne döner. Annesi mutfağa gelip manzarayı gördüğünde: "Oğlum, daha önce hiç bu kadar büyük bir süt gölü görmemiştim. Şimdi yeri temizlemeden önce biraz yerdeki sütle oynamak ister misin?" diyerek oğlunun yanına oturur ve devam eder: "Biliyor musun, bu olay bize, senin iki minik elinle bir süt şişesini taşıyamadığını gösteren kötü bir tecrübe oldu. Şimdi birlikte bahçeye çıkalım ve şişeyi suyla doldurup senin dolu bir şişeyi düşürmeden taşımanı sağlayalım." Bu çocuk, yıllar sonra bir bilim insanı olup da kendisine yöneltilen: "Sizi ortalama bir insandan farklı kılan ve üretken bir birey olmaya iten neydi?" sorusuna cevap olarak annesiyle yaşadığı bu olayı anlatır ve ekler: "Annem o gün öyle davranmasaydı belki de hayatım boyunca hata yapmaktan hep korkacaktım. Ama şimdi yaptığım hataları düzeltmek için attığım her adımda karşıma ne kadar çok ve güzel fırsat çıktığını görebiliyorum." BUGÜN NE ÖĞRENDİN? Bir başka bilim insanının benzer soruya verdiği cevap ise şöyledir: Anneler, çocukları okuldan eve geldiğinde genelde onlara "Bugün okulda neler öğrendin?" diye sorar. Herkesten farklı olarak benim annemin merak ettiği ise: "Bugün öğretmenine hiç güzel bir soru sordun mu?" olurdu. İşte bu fark yani -güzel bir soru sorabilme gayreti- beni bir bilim insanı yaptı. Herkesin kaderinde bilim insanı olmak yoktur ama bir ömür boyu bilimden korkmak da bir handikap olmamalıdır. Arkasından itilip yüreklendirilen, doğal merakları köreltilmeyen bir kişi olmak her çocuğun hakkıdır. Onlara hak ettiklerini sağlama görevi ise öncelikle anne ve babalardadır. Dünyayı deneylerle keşfediyorlar Kimya Öğretmeni Ayşe Kuralay, çocukların merak duygularının beslenip geliştirilmediğini görüp bir bilim atölyesi kurdu. Kuralay, pet şişe, pipet, kağıt havlu, buz ile şaşırtıcı deneyler yapıyor. Cüneyt Bitikçioğlu İSTANBUL Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümünden mezun olan Ayşe Kuralay, kurduğu "Mucitler Atölyesi" ile her hafta İstanbul'un ayrı bir noktasında deneyler yaparak çocuklara fen bilimlerini sevdirmeye çalışıyor. Boğaziçi Üniversitesinde okuyan gençleri yanına alan Kuralay, kültür ve alışveriş merkezlerinde, okullarda, derneklerde ekibiyle günlük hayatta farkında olamadığımız birçok hadiseyi uygulamalarla öğretiyor. Ayşe Kuralay "Balon, pet şişe, pipet, kağıt havlu, buz gibi zararsız malzemeleri kullanıp eğlenceli ve şaşırtıcı kimya ve biyoloji deneyleri yapıyoruz. Bu deneyleri mevsimine de göre de gerçekleştiriyoruz. Mesela dünyamızın güneş etrafında dönmesini gösteren, elektrikle çalışan bir modelimiz var. Bununla mevsimlerin nasıl oluştuğunu, kuzey ve güney yarımküreye güneş ışığının geliş açılarını ve sürelerini görebiliyorsunuz. Çalışmalarımız okulda öğretilen bilgilerin bir nevi uygulaması" dedi. Atölye programlarının 6-14 yaş grubuna hitap ettiğini ve deneylerinin 7'den 70'e herkesin ilgisini çektiğini söyleyen Kuralay şöyle devam etti: "Öğrencilerimizin maalesef en başarısız olduğu alan fen bilimleri. Bu başarısızlığın arkasında sınıflarımızın kalabalıklığı, laboratuvar eksikliği ve daha birçok sebep var. Aslında çocuklar okul öncesi ve ilköğretim çağında çok meraklı ve araştırmacı oluyorlar. Bu özellikleri beslenip geliştirilmediği için daha sonraki yıllarda çocuklar fene soğuk bakan bireyler haline dönüşüyorlar. PENCERELER Utku Öztürk / Emre Erdoğan utku.ozturk@ihlaskoleji.com YAZILI YOKLAMA > Soru: Türkiye'nin komşularından 3 tanesini sayınız. Cevap: Amerika, Avustralya, Libya. > Soru: Türkiye'de kaç tane bölge vardır? Cevap: Son aldığım duyumlara göre 1000 civarı. > Soru: Parmağımız kanarsa ne yapmamız gerekir? Cevap: Hastaneye giderim, ameliyat olurum, parmak nakli yaptırırım. "Tweetçi" twitter.com/twtci xkbrnr Telefonla yön tarif ederken eliyle anlatan adam yıllar önce görüntülü konuşmaya adapte olmuştur. TeomanCepkin Üzerinde gömlek kravat, altında ise eşofman olan birini görürseniz bilin ki liselidir ve son iki dersi beden eğitimidir. RabiaSelduz Çerez tabağında kaju varsa fındık hüzünlenir, fıstığın içi burkulur. Leblebi zaten hep dertli, hep kederli. deliefendi Geçen akşam amcama sosyal medya kavramını anlattım, anlattım, anlattım, sigarasından bir fırt çekip,"Sen ne zaman evleniyon la?" diye sordu. İmbusymom Yeşil adidas eşofmanım, beyaz t-shirtüm ve elimde telefonum ile "Caddebostan embesil yurdu" sezonunu açmış bulunuyorum. istiklalAkarsu İzdivaç programlarına katılan tüm kadınlar "Beni taşıyacak bir eş istiyorum" diyor, e sen koca değil vinç arıyorsun be ablam. gecegelenariza Babanın yanına para istemek için tereddütlü gidiş gelişlerinin adına Harçlık Seferleri denir. Kaçıncısında başarılı olursun bilinmez.. iseydiyo Kır cenazesi istiyorum. bayantick Ünlü biriyle aynı soyadı taşıyan birini görünce "O ünlüyle akraba mısınız" diye sormayan birinin Türklüğünden şüphe ederim. ciddiyimbak Titanic yerli dizi olsa şarkısını kıraç yapar, şarkının adı; "ölüm düşürdü ağına, çarptık bir buzdağına" olurdu. muhend1sbey Tramvayda sırf oturayım diye çaktırmadan çantanızla bana vurmanıza gerek yok teyze ya, oğlum yorgunum deseniz valla kalkardım yani. HAKKINDA BİLMEDİĞİNİZ 3 ŞEY - ŞEKER - > Yemek masasında, yemek eşliğinde 16 tane küp şeker yediğinizi hayal edebiliyor musunuz? Tahminen edebiliyorsunuzdur; çünkü bu miktar, yemeğin yanında içtiğiniz 20 cl'lik kolanın içerdiği şeker miktarı ile aynıdır. > Bu zamana kadar bilinen en tatlı bileşim olan "lugduname" (lugdunum), sofrada kullandığımız şekerden 200.000 kat daha tatlıdır. > Hintliler, şeker kamışından elde ettikleri şekeri yaklaşık 2 bin yıldır kristalleştiriyor. Büyük İskender'in adamları Hindistan'a gittiklerinde, Hintlilerin arısız bal ürettiklerini görünce çok şaşırmışlardı. BİLİYOR MUYDUNUZ? 1534 yılında Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyet ihdas edilmişti. Bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince, artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığına emin olunup bu vazifenin "lüzumu yoktur" diye bir karar alınarak iptal edildiğini biliyor muydunuz? SALİH UYAN salih.uyan@ihlaskoleji.com Etkiliyorum Damacanalar şahittir yalnızlığımıza Bilmiyorum farkında mısınız ama şehirler kalabalıklaştıkça evlerimiz tenhalaştı. Misafir konuklaştıkça, misafir odaları daha bir donuklaştı. Ve tenhalaşan evlerin sakinleri, yaşadıkları sakin ev hayatını daha çok sevmeye başladılar. Yabancılar bizden bahsederken hâlâ şiş kebapla Sultanahmet'in yanına misafirperverliği eklemeyi hiç unutmuyorlar. Ama biz ne kadar misafir sever bir millet olduğumuzu çoktan unuttuk. Farkında olmadan birer misafir savara dönüştük. İngiltere'de perdesini değiştiren bir adamın, deseni uymuyor diye köpeğini de değiştirmesine artık hiç şaşırmıyoruz. Bir yazıda okumuştum: "Eskiden insanlar sevilir, eşyalar kullanılırdı. Şimdiyse eşyalar seviliyor, insanlar kullanılıyor." Gel de katılma şimdi bu söze! Eğer siz de; Zilin her çalışında ya eşiğe dayanmış 20 litrelik bir damacanayla, ya da elinde makbuzla gülümseyen gazeteciyle karşılaşıyorsanız... Evin en az kullanılmış ve en temiz eşyaları salondaysa... Eğer telefonunuz, zilden önce çalıyorsa... Yani dostlarınız zilinizi çalmadan önce, mutlaka telefon açıp haber verme ihtiyacı hissediyorlarsa... Telefonda, "Bu akşam size gelmek istiyoruz." diyen arkadaşınıza "Harika, bekliyoruz!" demek yerine, "Evle bir görüşeyim, sana haber veririm!" diyorsanız ve eşinizle görüşürken fısıltıyla ve sanki kötü bir hadiseden bahseder gibi konuşuyorsanız... Başvurusu kabul edilenler geldiklerinde aşağıdan telefon açıyor ve "Kaçıncı kattaydı sizin ev?" diye soruyorsa... Hele hele "Caddenin ismi neydi?" diye telefon açan dostlarınız varsa... Arkadaşınızın çocuğu salon halısına çay döktüğünde, "Olur böyle şeyler." deyip sakince mutfağa yürümek yerine, panik içinde olay mahallini terk ediyor ve tabanlarınız sırtınıza değecekmiş gibi mutfağa koşuyorsanız... Ve sırtınızdan ter gelene kadar sabunlu bezle en az 15 tur çaylı bölgeden geçiyorsanız... Arkadaşım mahcup, çocukcağız mahzun olmasın da varsın halım lekeli olsun diyemiyor, lekesiz bir halı uğruna, sevimsiz bir adam olmayı tercih ediyorsanız... Evde yatılı misafir gelme ihtimaline karşı fazladan birkaç yastık, yorgan yoksa ve erkek terliklerinin sayısı ikiden fazla değilse... Evinizdeki küçük çocuklar misafir geldiğinde davranış bozuklukları sergiliyor ve değişik sesler çıkararak odalarına doğru koşuyorlarsa, siz de bir misafir savara dönüşmüşsünüz demektir. Ne dersiniz? "Hanım, sofraya iki tabak daha koy. Çok şükür bugün de misafirsiz kalmadık!" diyen insanları özlemeye başladık galiba...