İran ile Batı arasında son yıllarda zirve yapan nükleer gerilim, Cenevre'de varılan ön mutabakatla çözülme sinyalleri verdi. Bu adım, bölge ve uluslararsı toplum için "kader anı" niteliği taşıyor. Dünya siyaseti, yeni bir dönüşümün eşiğinde bulunuyor. İslam Devrimi'nden bu yana bölgede kurulan stratejik dengeler adeta tersine dönüyor. Gelecek altı ay içinde nihai anlaşma sağlanabilirse, uzlaşının etkileri bölge sınırlarının dışına taşıcak. Global seviyede 1918 gibi, 1945 gibi yeni bir dünya düzeni tesis edicek. Cenevre zirvesi, Başkan Nixon'un ünlü Pekin ziyaretini de anımsatıyor. Nixon'un Pekin ziyaretiyle başlayan dönüşüm süreci, Çin'in kapitalizm yolunda ilerleyerek Batı sermayesine karışmasını sağlamıştı. İran'la varılacak muhtemel bir anlaşma, İran'ı Batı'ya daha yakın ekonomik, siyasal ve sosyal bir yapıya dönüştürebilir. Mutabakat nihai anlaşma ile taçlandırılırsa İran, petrol ve doğal gaz pazarına bütün gücüyle yüklenecektir. Bu durum, komşuda pişer bize de düşer hesabı, Türkiye'nin enerji köprüsü rolünü güçlendirebilir. ABD'nin ekonomik çevreleme siyasetinin boyunduruğundan sıyrılan İran ekonomisi zamanla canlanırken, bu canlılılık Türk ekonomine de "can suyu" olabilir. Hatta, iki komşu arasında ithalat ve ihracatın artması için yeni fırsat aralıkları oluşabilir.
Bir de madalyonun arka yüzü var. 2014'ün sonuna kadar Afganistan'dan çekilirken İran'la da sorunlarını çözen ABD'nin Ortadoğu'da eskisi kadar Türkiye'ye ihtiyacı kalmayabilir. Daha açık bir ifadeyle, ABD'nin azalan güvenlik ihtiyacı etki alanımızı daraltabilir. Bölgedeki geleneksel ittifak zincirindeki kopmalar ya da esnemelere göre, Ankara'nın Ortadoğu politikası ya esneyecek ya da değişecek gibi görünüyor. İran-Türkiye ilişkileri, esas olarak Suriye krizi etrafında şekilleniyor. Türkiye, topraklarına sığınan Suriyeli muhaliflere destek veriyor, İran ise Esad yönetimine. Gelecek ay, kader ayı gibi. Ruhani, 17 Aralık'ta "Sunni" güç Türkiye'yi ziyaret ederken, Başbakan Erdoğan "Şii" güç Irak'ı ziyaret edecek. İkili ilişkilerin ne yöne evrileceği, bu ziyaretlerde belli olucak. Karşılıklı adımlar ya da restleşmeler, yeni dönemin fotoğrafına netlik ayarı yapacak. Fotoğrafın bir ucunda ABD bulunuyor. Obama, Afganistan'dan çekilme hazırlıkları yaparken, Çin ile rekabet için ABD ekonomisinin dümenini Atlantiğe çevirmeye hazırlanıyor. Anlaşılan Obama, ülke içindeki çatlak seslere rağmen, Çin ile bilek güreşine oturmadan İran meselesini çözmekte kararlı. Obama'nın beyin kıvrımları arasında dönüp duran strateji, hem eski bir müttefikle hasım olmaktan çıkmak, hem de askeri ve ekonomik fatura olmaksızın Ortadoğu'daki enerji kaynaklarının güvenliğini sağlamak üzerine kurulu. Nükleer pazarlığın bir ayağında İsrail bulunuyor. Başbakan Netanyahu'nun bu yöndeki açıklamaları, İsrail'in gelişmelerden ne derece rahatsız olduğunu gösteriyor. Netanyahu, ABD ve İran arasında nihai anlaşma sağlansa bile ülkesinin kendini savunma hakkının saklı kaldığını açıkca ilan etti. İsrail'in resmi İran politikasında bir yumuşama işareti de yok. Esasen İsrail, İran'ın nükleer güç olmasından ziyade uluslararası sistemdeki meşruiyetinin artmasından rahatsız gibi duruyor. Obama dönemi, İsrail ve ABD ilişkilerinin en çatışmalı dönemi. Nitekim, Dışişileri Bakanı Kerry'nin Netanyahu'nun açıklamalarının "zamansız" olduğunu ifade etmesi, geleneksel ittifaktaki ayrışmayı artıracak gibi görünüyor. Nükleer mutabakatın izdüşümünden en çok ABD'deki neo-con çevreler tedirgin. Ellerinin altında bulunan medya vasıtasıyla Batı kamuoyuna her fırsattra "İranafobi" pompalayan Yahudi lobisi, önümüzdeki günlerde Obama'ya her köşeden ateş açacaktır. Ret cephesinde Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleri de yer alıyor. Onlar da en az İsrail kadar endişeli. Bölgedeki en güçlü rakiplerinin Batı ile yeniden kol kola girme fırsatı yakalaması, Körfez'deki monarşileri farklı saflar, farklı işbirliği modelleri kurmaya itebilir. Üstelik Suudi Arabistan, İran'ın önünü kesmek için adam adama markaj yapacağı türden bir siyasete atılacak gibi duruyor. Bunun için, nükleer silah geliştirmesi için destek verdiği Pakistan'a güveniyor. Diğer bir ifadeyle Riyad, istediği an Pakistan'dan nükleer bomba alabileceğini düşünüyor. Suudi yönetiminin ürküten bu misillemesi şu soruyu akla getiriyor; ABD farklı bir çoğrafyaya dümen kırarken, yağmurdan kaçalım derken doluya mı tutulacak?
Dünya siyaseti, karanlık bir tünelde belirsizliğe doğru yol alıyor. Tünelin sonunda görünen ışık, gün ışığı mı yoksa karşı yönden seyretmekte olan bir aracın farı mı? Henüz belli değil. Alışılmış ittifakları taca çıktığı ya da bölündüğü bu ortamda, siyaset labirentinden çıkış yolunu gösterecek senaryo Tahran'da yazılacak gibi görünüyor. (son)