"Hababam Sınıfı" olur da "hababam ekonomisi" olmaz mı? Elbette olur. Biz yıllarca "hababam ekonomisi" şartlarında yaşamadık mı? Bu ülke "hababam ekonomisi"nden çok çekti, ama unuttuk. "Enflasyon düşüyormuş, faiz iniyormuş, altı sıfır atılıyormuş, benim neyime!" diyenlerin hafızalarını tazelemeleri gerekiyor. Bugünü değerlendirirken geçmişi ve özellikle de "hababam ekonomisi"ni ara sıra hatırlamak isabetli olur. "Hababam ekonomisi," "Baba Devlet ve Halefleri" olarak biçimlendirildi. Böyle bir yapılanmada, toplumun bir kesiminin "siyaset dışı" bir kesiminin "piyasa dışı" olması son derece normaldi. Ankara'dan bölüştürülen rantların egemen olduğu "Hababam ekonomisi" "hababam sınıfı" tarafından yönetildi. "Hababam sınıfı" ülkedeki tüm sosyal sınıfların fevkindeydi. Dolayısıyla, böyle bir oyunun piyasa ekonomisi olarak yutturulması mümkün değildi. Nasıl becerdik? Ekonomide olup bitenler, bir taraftan senaryosu yazılan, diğer taraftan çekilen niteliksiz TV dizilerini andırıyordu. * "Hababam ekonomisi" ya da çeyrek asırlık fiskal magandalık ve kaçınılmaz olarak gelen yüksek enflasyon, bize bol sıfırlı bütçeler hediye etti. İş bitirici ve vizyon sahibi iktidarlar tarafından oluşturulan istikrarsız ortam, bütçeleri bir borç yönetimi enstrümanına indirgedi. * Büyüdüğümüz yıllarda, 'yüksek iç talep' ve 'spekülatif dış kaynak' girişine son derece duyarlı, istikrarsız bir büyümeyi, yüksek enflasyon ile birlikte götürmeye çalıştık. İç ve dış borç yükü, çevrilemez düzeylere ulaştı. * "Hababam ekonomisi" çok yüksek bir borç stokunu, kısa vadeye yoğunlaşarak, yüksek bir reel faizle döndürmeye devam etti; ekonominin "borç-faiz-borç" sarmalının içinden kolay kolay çıkamayacağını kavradığında IMF'nin kapısını çaldı. * Fizik kapitalin (üretenlerin) vermediği verimi, finans kapitale verdik. Böylece sadece içeride haksız bir transfer gerçekleştirmekle kalmayıp, dışarıya da kaynak aktardık. Hababam sınıfına göre, bu ülkede bölüşmek için üretmek gerekmiyordu. * Sanayi şirketlerinin bilançolarını faaliyet dışı kârlarla ve faaliyet zararlarıyla süsledik. Sanayi şirketleri, kendi faaliyetlerinden zarar ederken, çarpık mali sistemin sunduğu faaliyet dışı kârlarla idare etmeye başladı. * Risk primi ile birlikte faiz oranları sürekli tırmandı. Sanayi ve ticaret odalarının meclis toplantılarında "Beyler! Sanayici ve tüccar repocu oldu, rantiye oldu" tarzında hamasi nutuklar atıldı. Yıllarca böyle bir yozlaşmanın tadını çıkarttık. Yozlaşmadan beslenenler politik anlamda da güçlü olunca, bu kısır döngüyü kırabilecek irade bir türlü oluşmadı. Hiç kimse beslendiği düzeni değiştirmek için gayret sarf etmedi; bindiği dalı kesmedi. "Hababam ekonomisi" bir hayat tarzına dönüştü. Kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerinin gölgesinde (ve şantajı altında!), müflis bir kamu maliyesinin refakatinde, sığ bir mali sistem ve kronik enflasyon ile yürütülmeye çalışılan sermaye birikimi modeli çöktü. Makyaj döküldü, ama "hababam sınıfı" bu durumu bir türlü kabullenemedi. Sabancı ne demek istedi? Sonuç olarak, ülke, tam anlamıyla tefeciye düşmüş basiretsiz tüccar görüntüsü verdi. Merhum Sakıp Sabancı, bir kriz ortamında, "üç koyduk, bir aldık" gibisinden bir şeyler söylediğinde, aslında hababam felsefenin iflasını ilan ediyordu. *** "Hababam ekonomisi" diye bir belgesel dizi ya da film yapılabilir. Yakın tarihimiz, böyle bir belgesele kaynak oluşturacak birçok malzemeyi içinde barındırıyor. O günlere bir daha dönmemek dileğiyle...