Tarih tekerrür etti. Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ipler bir kere daha gerildi. Yeni Stand-by'ın sonuçlandırılması için bankacılık, sosyal güvenlik ve gelir idaresinin yeniden yapılandırılması konularında TBMM'ye gönderilecek yasa tasarıları bekleniyordu. Bu arada, hesapta olmayan bir pürüz çıktı. IMF Türkiye Temsilcisi Hugh Bredenkamp, teşvik kapsamındaki illerin artırılmasının bütçenin dengesini tehdit edeceğini söyledi. Hükümet, teşvik kapsamının 36'dan 49'a çıkarılması için gerekli olan kaynağın bütçeden karşılanabilecek düzeyde olduğunu ileri sürdü. Ekonomi yönetimi, 2003 ve 2004 yılları itibariyle, enflasyon, büyüme ve "Faiz Dışı Fazla" (FDF) diye bilinen temel hedefleri tutturdu. Ankara, özellikle mali disiplin konusunda gösterdiği performans dolayısıyla IMF tarafından defalarca övüldü. Bütün bunlara rağmen, IMF'yi yeni teşvikler konusunda ikna etmek mümkün olamadı. IMF teknisyenleri, teşvik, sübvansiyon, görev zararı gibi kelimelerden, kavramlardan çok rahatsız olurlar. Bu kavramların genellikle politize edildiklerine, içlerinin boşaltıldığına inanırlar. Kabul etmek gerekir ki, böyle bir refleks ve tedirginlik boşuna oluşmamıştır, çünkü Türkiye'nin geçmiş Hükümet'lerinin mali disiplin konusundaki sicilleri gerçekten çok defoludur. Ne oldu? İş bitirici ve vizyon sahibi iktidarlar tarafından oluşturulan istikrarsız ortam, bütçeleri bir borç yönetimi enstrümanına indirgedi. Böyle bir miras, başta bizim akademik cemaat olmak üzere, bürokrasiye, muhalefete ve medyaya bir bütçe değerlendirme ve eleştiri şablonu kazandırdı. Sonuç olarak, güftesi aşağıdaki gibi olan şöyle bir koro seslendirilir oldu: * Bu bütçe, bir borç ve faiz bütçesidir, transfer bütçesidir. * Bu bütçe, tefeci bütçesidir, rantiye bütçesidir. * Bu bütçede, esnafa, memura, işçiye öğrenciye kaynak yoktur. * Bu bütçede, yatırım yoktur. İş, aş yoktur. * Bu bütçede, sağlığa, eğitime, alt yapıya kaynak yoktur. * Bu bütçe, vergi vermesi gereken kesimden borç, fakirden ise vergi almaktadır. * Bu bütçe, sadece "Faiz Dışı Fazla" hedefine kilitlenen, sosyal harcamaları gerileten, dolaylı vergilere yüklenen, gelir dağılımını daha da çarpıtan bir bütçedir. * Bu bütçe, IMF bütçesidir, yoksulluk bütçesidir. Yukarıdaki koronun nüksetmemesi için mali disiplinden sapmamak gerekiyor. FDF, zorunlu mu? IMF destekli istikrar programı sayesinde gündeme oturan ve mali disiplinin göstergesi olarak algılanan FDF, sevimsiz, tatsız, tuzsuz, ama bir o kadar da zorunlu diyetlere benziyor. Sebebi gayet açık: FDF demek, vergilerin artması, harcamaların kısılması demek. FDF, kamu gelirlerini arttırıcı düzenlemelerin yanı sıra, büyük ölçüde harcama kısıcı politikalara dayandırılıyor. Harcama kısıntıları, cari harcamaların önemli bir bölümünü oluşturan maaş, ücret ödemelerinde ve yatırım harcamalarında ortaya çıkan reel gerileme ile sağlanıyor. Vergi gelirlerindeki artışların büyük bir kısmı, dolaylı vergilerden geliyor. Borç yönetimi reçetemizi, dört tane kritik değişkenin performansı belirliyor. * İstikrarlı büyüme ve fiyat istikrarı * Hedeflenen düzeyde, "Faiz Dışı Fazla" * Reel faizlerin düşmesi * Kur riskinin taşınabilir düzeyde olması Yukarıdaki değişkenlerden doğrudan kontrol edilebilecek tek değişken, FDF. Ne var ki, diğer üç değişkenin hedeften sapması durumunda, bir dizi sosyal ve ekonomik maliyetle tutturulmaya çalışılan FDF, borç dinamiklerine olumlu bir katkıda bulunamıyor, buharlaşıyor. *** Unutmayalım ki, Türkiye, IMF'ye halen en çok borcu olan ülkeler arasında sayılıyor. Ne diyelim? Borç yiğidin kamçısıdır; ama ödeyemeyen kamçılanır!