Alıp başını gidebilmek

A -
A +

Geçen gün 'Antika Mezarlığı' adlı yazıda; "Ne zaman bir antika çarşısında soluğu alsam, yüzyıllık bir konağa gizlice girmiş 'eşyaları çalmış bir hırsız' ve ' hatıraları satın almış' veya hacze gitmiş bir icra memuru gibi kendimi hissediyorum" diyerek, duygularımı dile getirmiştim... Antikacılardan sitem mailleri gelince, konuya farklı bir pencereden bakma ihtiyacı hissettim... * Geçen günlerde vefat eden Şair Erdem Beyazıt'ın; "Susmanın kalesine sığınıyorum/ Önümde karanlıktan duvarlar/ Sırtımda insan yüklü bir gök var" mısralarındaki manayı düşündükçe, aslında eşyaların değil, insanların 'antika' olması için emek sarfetmeli diye düşündüm... Eşya sahipsiz kalıyor ama insan sahipsiz kalmıyor, çünkü kendini yaratana gidiyor! Eşyalar ise el değiştiriyor... İnsanlar; elleriyle yaptığı antik eşyalara sahip çıktığı kadar 'keşke' insana da bir 'eşya' kadar sahip olmak için, para değil, sadece gayret harcayabilse!.. * Ve insanoğlunun içine düştüğü kısır döngüden dertlenen Beyazıt'ın; "Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme/Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar/Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda/İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda/Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar/Biz bunun için mi geldik..." diyerek mısralara döktüğü 'anlamsızca geçip giden hayatların kahramanları' bir bir gözlerimin önüne geldi... Derdim; nefes almanın yalnız 'eşyaya sahip olabilmek'ten geçmediğini, asrın hastalığından kurtulmaya yönelik ciddi bir adımın atılmasını sağlamak için, 'eşya değil dost kazanalım' diyebilmekti. Ve herkesin bir gün yaşadığı kentten, konaktan, eşyalardan ayrılıp alıp başını gideceği gerçeğini hatırlatabilmekti... * Ve; paha biçilemeyen eşyaların elden ele dolaşması yerine, kentlerin müzelerinde hatıralarıyla birlikte hepsinin saklı kalması gerektiğini ifade edebilmekti... Eşyaları; kazanmak, toplamak, satmak belki de bir meslekti ama şairin "Biz bunun için mi geldik?" sorusuna da cevap bulabilmekti... Gece-gündüz beş yıldızlı otel yapılıyor... İnsanlar kaldığı otelleri değil, gördüğü müzeleri daha çok anlatır... Prag' da yirmiye yakın müzeye dönüştürülen Kafka Evi var iken, İstanbul'da entelektüel yazar, iş ve bilim adamlarına ait elli tane müze neden olmasın? Tıpkı; Sakıp Sabancı, Rahmi Koç'un yaptığı gibi...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.