Pazar günü "Gün uzar yüzyıl olur" diyen Cengiz Aytmatov'un eseri gibiydi bu ülke... Uzadıkça uzadı saatler ve dakikalar... Akrepler, yelkovanları durduramadı... Ve uzayan güne ait gecenin sonunda yeni bir yüz yıl kurtuldu... Pazar yazımızda demiştik ki, kuru bir sandık deyip geçmeyelim, o kuru bir sandığın içinde doğmamış milyonların umudu ve hasreti vardır... Esir alınmış bir yüz yıl vardır... Bir kenara itilmişlik ve sahipsizlik vardır... O yüksek duvarların ardındaki fukara hayatlara mahkum edilmek istenen, sokak aralarında günlük hayatı yoklukla tüketen, asla hiç görünmeyen ve sessizce ağlayan o sessiz çoğunluk; türküler içinde en kendine ait olanını dün bir daha söyledi... Kutsaliyetine kimseyi dokundurtmadı... Tahta atlar üzerindeki süvarilere aldanmadı... * Evet, kuru bir sandığın içinden yeni bir yüz yıl çıktı... Karanlıklar güneşe yenik düştü... O sessiz çoğunluk meydanlardan sessizce bir su gibi çekip gitti... Sessizliğe büründü kentler, cadde ve sokak araları... Hürriyet treni bu ülkenin içinden asıl pazar günü sessizce geçip gitti... Dört ay boyunca cadde ve sokaklarda cirit atan parti minibüslerinden yükselen türküleri dinleyen o sessiz çoğunluk yine kendi türküsünü söyledi... Türkülerden ziyade, türküyü kimin yürekten söylediğini dinledi... Atlardan ziyade, atları kimin sürdüğüne baktı... * Karanlıkların hüküm sürdüğü sokak aralarındaki direklerde asılı kalsa da afişlerdeki oklar, hilaller, aylar, yıldızlar ve atlar, askıya alınmak istenen demokrasinin yeni bir yüz yılı kurtuldu... Şair Sezai Karakoç Tahta At adlı şiirinin bir mısrasındaki diyor ki; - Sessiz derin sonsuz yaslı duvarlar önünde Türküler içinde en şen en senin olanı söyle Ve o türkü dün bir daha söylendi... O mısralardaki dilek gerçekleşti... Tahta atlar kuru bir sandıkta bir daha kaybetti... Niçin kaybettiklerinin sebebini bugünden itibaren arayanlar keşke o sessiz çoğunluğun türküsünü bir daha dinleyebilse... İşte o zaman kaybedenler neden kaybettiğini anlayabilecek...