Yüzde 100 sizin olan bir şirketiniz mi olsun istersiniz? Yoksa, kurumsallaşmış bir şirketin yüzde 10 hissesini mi? Bu soru benim gibi züğürdün teki için cevaplandırılması kolay bir soru!.. El cevap: Fark etmez!.. Olsun da nasıl olursa olsun. Kasasında bir mercedes otomobil parası varsa hele hiç fark etmez! Fakat, cevabı veren bir iş adamıysa, yani, eli taşın altında, daha doğrusu sütten ağzı yanmış ve yoğurdu üfleyerek yiyen birisiyse; kesinlikle "b" şıkkı olacaktır onun cevabı. Nedeni gayet basit: şahıs şirketi, risk demektir bir yerde. Hele aile şirketiyse, yandı gülüm keten helva!.. Biraz dolambaçlı bir yoldan gideceğim ama ne demek istediğimi tam anlatabilmek için mecburum buna. Bütün dünyada aile şirketleri yaygın. Burada problem yok. Hangi ülkeye giderseniz gidin; üç aşağı beş yukarı aile şirketlerinin toplam şirketler arasında yüzde 75 gibi bir paya sahip olduğunu görürsünüz. Bu istatistikten gidip, dünya ekonomisinin bel kemiği KOBİ'ler, KOBİ'lerin belkemiği de aile şirketleri demek mümkün. KOBİ hususunu oranların yüksekliğinden dolayı bilhassa zikrettim ama bu, büyük firmaların aile şirketi olmadığı anlamına gelmiyor tabii. Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) Standard And Poor's 500 listesinde bulunan 177 firmanın, yani neredeyse 3'te birinin aile şirketi olduğu ve bu şirketlerin yüksek performans gösterdiği ortaya çıkmış bulunuyor. Birkaç örnek daha vereyim de aile şirketlerinin ne kadar önemli olduğunu kendi gözünüzle görün. Kongo Gumi firması. Bu Japon firması aynı zamanda bir aile şirketi ve 578 yılında kurulmuş. Bin 429 yaşında yani. İtalya, Fransa ve Almanya'da da var böyle uzun ömürlü aile şirketi. Marinelli mesela. Bu dökümcülük şirketi 1000 yılında kurulmuş ve bin 7 senedir faaliyetine devam ediyor. Hakeza hepimizin bildiği Beretta. İtalya'da silah endüstrisinde faaliyet gösteren bu firmanın 481 yıllık ömrü var, 1526'da kurulmuş ve 14'üncü kuşak tarafından yönetiliyor. Kongo Gumi 40'ıncı kuşağın elinde; onu da söyleyeyim. Türk'ün perişanlığı Bu kadar bilgiden sonra gelelim Türkiye'ye. Türkiye'deki şirketlerin yüzde 99'u aile şirketi. Ama ömrü kısa bunların. Zurnanın "zırt" dediği yer burası işte! Türk aile şirketlerinin ömrü, maalesef, kurucusunun ömrüyle sınırlı. Birinci kuşakta kurulan aile şirketlerinin ikinci kuşağa geçip devam ettirilmesi ancak yüzde 20 oranında. Hele, üçüncü kuşak? Vahim! Yüzde 3.4! Yüzde 4 bile değil. Neden? En can alıcı soru bu: Neden? Bu sorunun cevabını araştıran yok değil, var ama sayıları bir elin parmağını geçmiyor henüz. Tamam! Sabancı, Koç ve Şahenk ailelerinin kurduğu ve bugün üçüncü kuşak tarafından yönetilen holdingler var. Da... hani diğerleri? Yok! Konya Ticaret Odası Başkanı Hüseyin Üzülmez meraklı insan. Yememiş, içmemiş; kendine dert edinip bu sorunun cevabını aramış!.. Bulduğu bulgulara bakın bir hele. Konya'daki işletmelerin tamamına yakını KOBİ ve aile işletmeciliği niteliğinde ve bu işletmelerin yüzde 32'si kurumsallaşmadan bihaber! Geriye kalan yüzde 68'in yüzde 23'ü kurumsallaşmadan haberdar, haberdar olmasına da herhangi bir girişimde bulunmak istemiyor. "Boş veeer; böyle gelmiş böyle gider!" Haberdar olanların yüzde 66'lık diğer kesimi ise birinci kuşak tarafından baskı altında tutuluyor. Hüseyin Üzülmez, "El atına binen yaya kalır" korkusuyla profesyonel destek almayan o birinci kuşak patronlara seslenerek; "Baskıya son verin" dedi. Üzülmez'e göre birinci kuşağın mutlaka yönetimi motive olmuş ve organize ekiplere devretmesi gerekiyor. Ki, baştan sona kadar haklı. Aile şirketlerinde liderlik problemi var bir kere. Kurucu patronun vakti geldiğinde kenara çekilmesi gerekiyor; zaruri bu. O şirketten elini çekmeden hukuki altyapı kurulamıyor çünkü. Ayrıca, yönetim problemi de var bu şirketlerin. Hele aile problemi? Tam bir felaket! Eltiler bir yana, kardeşler başka bir yana çekmeye başlar da çatırdama olmaz mı? Şirket çatırdıyor tabii. Bu kadar problemden sonra birinin kalkıp sürekliliği sorgulaması imkansızlaşıyor ve haliyle şirket mahvolup gidiyor!.. Sadece şirket olsa yine iyi. Millî servet yok oluyor, millî servet. Yazık!