Kaybedilen itibar

A -
A +

Size bir hikâye anlatayım. Da... yorumu siz yapın. Evinden çıkan yaşlı adam daha ikinci adımını atmış ki, sokaktan geçen aracın çarpmasıyla kendini yerde buluvermiş. Sürücü hemen inip yerde serili duran adamı kaldırmış ve "nasılsın amca" diye sormuş. "İyiyim" demiş yaşlı adam, birkaç adım attıktan sonra. "Yok bir şeyim." Sürücü ikna olmamış bu sözden. Yaşlı adamı hastaneye götürüp doktor kontrolünden geçirmiş. Doktor, elle yaptığı muayene sonucu bir şey bulamamış fakat bir de tetkik istemiş her ihtimale karşı. Yaşlı adam ise sürekli "Benim bir şeyim yok" der de başka bir şey demezmiş. Do Doktorun tetkikte ısrar etmesine karşılık, yaşlı adam da "randevum var. Bırakın gideyim" diye ısrar edermiş. Doktor dayanamayıp sormuş; "Bu kadar önemli randevu kiminle" diye. Yaşlı adam eşinin yıllardır alzheimer hastası olduğunu ve takatten düşünceye kadar ona evinde kendisinin baktığını söylemiş. "Şimdi ise bakımevinde. Onu oraya yatırırken 'Seni her gün ziyaret edeceğim ve kahvaltıyı birlikte yapacağız' diye söz verdim." Doktor, "İyi de" demiş. "O seni tanımaz ki. Geldiğini, gittiğini bilmez. Niye acele ediyorsun?" Yaşlı adam nemlenmiş gözlerini doktora dikip "Onun bilip bilmemesinin ne önemi var, doktor" demiş. "Ne söz verdiğimi ben biliyorum." Kıssadan hisse. Türk insanı "derler" ve "desinler" aralığında gidip gelen bir ruh haline sahip malum. Bunun bir hastalık olduğunu kabul etmediğimizden dolayı bundan kurtulmamız gerektiğini de asla aklımıza getirmiyoruz. Sosyal ve siyasi hayatımızdan söküp atmalıyız halbuki bu "derler" ve "desinler" kompleksini. Kendimiz için yaşamalıyız. "Desinler" diye "riya" batığına saplanmanın ne âlemi var? "Derler" korkusuyla yaşamak; hayatı zehir etmekten başka bir şey değildir aslında. Kişiliksizleştirir insanı. Şahsiyet zaafına uğrar. Ki, züldür bu. Özü sözü bir olmak lazım. Sattığı malın kusurunu gizlemek suretiyle belki üç beş kuruş kazanır insan ama uğradığı kişililik kaybını telafi edecek bir kazanç değildir bu kazanç. Bir misal vereyim size. Geçmişte iş adamı kisvesi altında yurt dışına açılan bazı uyanıklar türemişti, bilirsiniz. O kendini bilmezlerin dış pazarlarda nasıl yüz kızartıcı dümenler çevirdikleri hepimizin hatırında. Onların verdiği zararları telafi etmek için gerçek iş adamlarının göbeği çatladı. Atılan taş ürkütülen kurbağaya değmedi yani! Hele siyasetçilerin yaptıkları?! "Desinler" diye dokuz takla atmakta bir beis görmediler hiçbir zaman. Şirin görünmeyi marifet saydılar hep ama sözlerinin ardında durmaya geldi mi yan çizdi hepsi. Yerine getiremeyecekleri şeyleri vadettiler çünkü. Vatandaşın güveni kalmadı siyaset müessesine. Hâlâ da öyle. Atalarımızın "balık baştan kokar" diye güzel bir sözü var. Bir ülkenin siyasetçisi, iş adamı, bürokratı üç kağıtçı ve riyakârsa şayet; vatandaş ne yapar? O da başladı zikzak yapmaya!.. Bir de baktık ki toplum yozlaşıvermiş. "Desinler" ve "derler" aralığında gel-gitler başladı. Bu durumun faturası ülkeye çıktı tabii. Dış dünyada itibarını kaybetti. Güvensiz ülke konumuna girdi. Türkiye'nin bu bataklıktan çıkması, silkinip kendine dönmesi lazım. Yaşlı adam gibi kendine saygılı olmamız şart.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.