Uzunca bir peşrevle başlayalım bakalım...

A -
A +

Türkiye 1950'li yıllarda sanayileşme hamlesine soyunduğunda Japonya ve Kore ile aynı kulvarda koşuyordu. Onlarda da yamalı eşofman, altı delik ayakkabı vardı; bizde de! Tam bilemeyeceğim ama belki onlar don lastiği denen mereti kullanıyordu da, biz hâlâ urganla bağlıyorduk uçkurumuzu. Küçük bir teferruat, hepsi o. Nasıl olduysa oldu, kaşla göz arası onlar arayı açmaya başladı. Vızır vızır geçiyorlardı bizi. Japon yöneticiler, "Biz Avrupalıları geçmeliyiz" diyerek halkı motive ediyormuş ama telaşımıza gelip atlamışız bunu, uyanamamışız. Fark edenimiz olsaydı itiraz ederdi mutlaka, "Bunlar dopingli" diye! Hiç olmazsa ayaklarına sarılır çivilerdik onları oldukları yere. Bunlar yapamayacağımız işler değildi, öyle bir yapardık ki onların feleği şaşardı ama dediğim gibi acemiliğimize geldi ve bu hünerimiz kendimize kaldı maalesef! Hızını alamayan Japon liderler, gece yarısı ahaliyi kaldırıp, "Avrupa'yı nasıl olsa geçeriz. Bizim esas rakibimiz Amerika" diyorlarmış ve 1970'li yıllara geldiklerinde Japon halkı, bu işin olacağına iyiden iyiye inanmış. Nereden biliyorsun, diyorsanız. Biliyorum işte. O tarihleri, bugün cennet vatanımızda yaşayan Türk evladının çoğu hatırlamaz. Nüfusumuzun yarısı daha ana rahmine bile düşmemişti; Fatih Terim bile henüz kısa pantolonla dolaşıyordu, o günlerde. Varın siz düşünün halimizi. Biz de boş durmadık elbet Kasaba eşrafının deve keserek karşıladığı liderlerimiz ise dimdik ayaktaydı. 50 sente muhtaç olduğumuzu söyleyerek aynen onlarınkiler gibi halkı gaza getirmeye çalışıyorlardı. Kore liderleri daha da uyanık çıktılar, Avrupa gibi uzağa gitmek yerine hemen burunlarının dibindeki Japonya'yı hedef gösterdiler vatandaşlarına. "Japonlar giderse biz haydi haydi gideriz" diyerek koşmaya başladılar. Kore halkı çok saftır. Ta oralara kadar gidip gördüm. Uyanamamışlar hâlâ, o gazla çalışıyorlar "aptal" gibi... 9-18 mesaisine hiç uyan yok. İnadına 7.30'da giriyorlar işyerine, 20'den önce de çıkmıyorlar. Gurur meselesi yapmışlar bunu. Dedim ya, hiç "uyanık" değiller! O günlerde Avrupalı da bir alemdi canım. Eline geçirdiği tornavida, pense gibi aletlerle ha bire makineleri kurcalıyorlardı. Onları da sanayi hırsı sarmıştı. Al Avrupalı'yı, çal Uzakdoğuluya. Çalışmaktan başka bildikleri bir şey yoktu. Türk halkının da boş yattığı söylenemez aslında. Liderlerimizin gölgesinde Avrupa'ya dayılanmadık değil, dayılandık... Kafamız bozulduğunda, "Kiminle aşık attığınıza dikkat edin, ulan!" diye diklendik. Bıyığımızı burup, "Atalarımız Viyana'ya kadar gelip dönmüş, bir de bizi yormayın oralara kadar! Oturun oturduğunuz yerde" dedik aslanlar gibi. Ben şahsen şahitlik ederim. Demesine dedik ama kimse duymadı ki. İlki, 1529'da Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılan Viyana Kuşatması hakkında biz bir şey bilmiyoruz, elin Avrupalısı nereden bilsin. Nara atmaktan öte bir şey yapmak da içimizden gelmedi. Bıyık burup, gırtlağımızdan çıkan sıtma görmemiş sesin muhteşem olup olmadığını düşündük hep. Doğrusu muhteşemdi. Sesimizi duymamışlarsa suç bizim mi? Hem duymasalar bile ne önemi vardı ki bunun? Biz nara atarken adamların bizi duymaya takatleri yoktu zaten. Yorgundu garibanlar. Hepsi fabrikada çalışıyor ve makine gürültüsünden başka hiçbir şey duymuyorlardı. Yılmadık. İki milyon Türk evladını gönderip, o fabrikalara işçi diktik tedbir olsun diye. Bir yamuk yapmaları halinde Koca Yusuf gibi çapraz dalacaklardı... Kefereye mahcup olacak değildik herhalde! Uzakdoğu'ya ne oldu... Liderlerimizin merhameti "Bunlar ne yapıyor diye neden bakmadık hiç?" diye soranlara söylüyorum: Bu sorunun cevabını verecek olan ben değilim. Avrupa'yı hadi böyle es geçtik. Uzakdoğu'ya ne oldu? Dönüp bir kere olsun neden bakmadık onlara? Bu sorunun cevabı çok basit: Adı üstünde Uzakdoğu. Hem doğu, hem uzak! Gözünü hırs bürümüş adamlara bakıp çocuklarımızın kafasına kötü düşünce sokmaya değmezdi. Doğuyu ve batıyı kafadan silince eli kolu bağlı oturmadık tabii. Kurum kurum kurumlanan komşularımıza baktık. Oralarda fikirlerden çok sözler etkiliydi her zaman. Mantıktan çok sözler etkiliyordu insanları. Bu sistem tam bize göreydi, hemen üstüne atladık. Ta oralara kadar casus gönderen büyüklerimiz gördüler ki, orada bir yumurtayı kırk kişi taşıyor; çok hoşlarına gitti bu. "Ondan da koy" deyip küfeler dolusu yükle döndüler vatanımıza. Nutuk atma işini, vatandaşa ağır geleceği düşüncesiyle incelik gösterip kendilerine aldılar, yumurta taşımayı da ahaliye verdiler. Büyük ihsandı doğrusu! Liderlerimiz sanayiciliğe hep soğuk bakmışlardır. Sebepsiz değildi elbette. Biri elini makineye kaptırır diye titizlenip durdular! Sorumluluk işte. Yumurta işinin hiçbir riski yoktu. Böyle önemli bir buluşu devletin koruması altında yapmak gerekiyordu sadece. O günlerde entelektüellerimizin sayısı bir elin parmakları kadar az olduğu gibi ahalinin ağır ekseriyeti köylüydü. Köylerde falan çarçur edilecek bir şey değildi bu muazzam sistem. Siyasetçilerimiz de ihtiyatlı davrandılar. Seçim meydanlarında, "Size aş ve iş vereceğiz" diye vaatte bulunup kapıya geleni kamu memuru yapmaya başladılar. Ha, ha, ha... ki, ki, ki... Çok sevdik bu işi, çok!.. Yumurtayı yine bir kişi taşıyordu ama olsun. Geriye kalan otuz dokuz kişi boş durmuyordu nasıl olsa. Onlar da bu işin çok önemli bir iş olduğunu ahaliye anlatıyor ve ülkemize sağladıkları katkıyla övünüyorlardı. Ayrıca, geleceğin politikacılarının da hep bu tezgahtan geçtiği göz önüne alınırsa; işin önemi kendiliğinden ortaya çıkar... Bu arada denizden geçip Amerika'ya doğru yol alan Japon ve Kore bandıralı "fabrika gemi"leri kimse görmedi, gören olduysa da üstünde durmadı. Cem Kozlu bunun farkına varmadı değil, vardı. Hatta, bu konuda bir de kitap yazdı. Japonlar gibi çalışmamızı istedi kitabında ama fikirler kaybolup gitti o hayhuyun içinde. Oyun bozuldu Cem Kozlu'nun ülkenin huzurunu bozacağını anlayan Amerikalı onu Coca Cola'nın başına getirdi de rahat bir soluk aldı Türk milleti. Japon ve Koreli enayi gibi çalıştı da ne oldu? Biz hiç olmazsa aslanlar gibi yumurta taşıdık! Şanımız olsun. Siyasetçilerimizin de hakkını yememek lazım. Nutuk atmada dünya lideri oldular. Biri ikisi değil hem de, hepsi. Sadece lafazanlıkla da sınırlı değildi bu başarı, başka konularda da çok önemli icraatlarda bulundularsa da lafın ucunu kaçırmamak için sadece enflasyon ve borçlanma yeteneklerine şöyle bir dokunup geçeceğim. Bu ülke asırlardan beri likidite sıkıntısı çekiyor... Gözü kor olsun paranın! Ülkesi için hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen o muhteşem politikacılarımız, halkın yumurta taşıma işinde muvaffak olmasına katkı sağlamak için gözlerini budaktan esirgemediler doğrusu. Bu iş bütün ülkeye şamil hale getirildi. Para yetmediyse borç aldılar. Kazan hep kaynadı. Borç bulunamadığı hallerde bile, "Demokrasilerde çare tükenmez" deyip çözüm ürettiler: Enflasyon! Merkez Bankası Müdürü'nü çağırıp, "Halkımız mağdur olmasın. Banknot basın" diye kesin talimat verdiler. Vatandaş bu durumdan memnundu... Siyasetçi, "Büyüyoruz, en büyük biziz" diyor, ahali de başını sallayıp, "He ya. Bizden büyük yok" diye onaylıyorlardı. Lunaparklardaki dev aynasında gördükleri kocaman görüntüleriyle gurur duyuyorlardı. 2000 yılına gelindiğinde dünya bilgi çağına geçmişti ama ırgalamadı bizi. Hâlâ lunaparkta oynamakla meşguldük. Gel gelelim lunapark kapandı şimdi, aynalar da söküldü. Hepimiz gerçekle karşılaştık ve başımızdaki kel o gün orada göründü. 70 milyon nüfuslu koca ülke bugün IMF'nin ayakları altında... Ucu iyice kaçtıysa da bir şeyi daha söyleyip Erdoğan'da bağlayacağım lafı. Erdoğan Kasımpaşalı. Türkiye'nin Adanası neyse İstanbul'un Kasımpaşası da o! Bir de tabii heybetinden bir şey kaybetmeyesi Genel Yayın Müdürüm Resul İzmirli'nin anayurdu Eşrefpaşa var; orası da İzmir'in er meydanı. Ben şahsen Erdoğan'dan huylanıyorum. Pek tekin gelmiyor bana. Yarın bir gün kalkıp milleti dürtükleyecekmiş, yakasını tutup silkeleyecekmiş gibi bir his var içimde. "Uyan ey millet, uyan... Artık boş durmak yok. Üreteceğiz, üreteceğiz, üreteceğiz" diyecek diye ödüm kopuyor. "Gece-gündüz demeyip çalışacağız, başka çaremiz kalmadı." deyivereceğinden korkuyorum doğrusu. Bu yazıyı yazmamın tek sebebi vardır; rahatı kaçacak olan Ankara'daki bürokratları uyarmak. Ülkenin birlik ve beraberliğine bir nebze de benim katkım olsun istiyorsam suç mu? Gafil avlanmayın. Gözünüzü dört açın. Tedbir tedbirdir. Kol kola girip saf olun, boşlukları doldurun. Sonra demedi demeyin...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.