Yazar ne yazar?

A -
A +

Köşe yazarı demek, göz önünde olan insan demektir. Ki, bu da sayısız sorumluluk anlamına geliyor tabii. Öncelikle kendisine karşı. Oturup kalkarken... yiyip içerken... giyinip kuşanırken... mal, mülk... çoluk, çocuk sahibi olurken ve tabii bilgi ve birikimiyle göz önündedir yazar. Dolayısıyla, her davranışına dikkat etmesi lazım. İlkeli olmak zorundadır yani. Hakeza, okuyucuya karşı olan sorumluluğu. Okuyucu, hem gazetenin, hem de yazarın patronudur bir yerde. Yazarın okura karşı sorumluluğu, lakaytlığı asla kabul etmeyecek kadar ciddi ve ağırdır. Yazar entelektüel olmalı bir kere. Okumalı, sormalı, araştırmalı... Bunları yerine getirmezse şayet, okurunu bilgilendiremez. Vizyonu yoksa kim okur onu?!. Okuyucu yazdığıyla kendini bilgilendiren yazarın yazısını okur. Gayet basit. Bende bilgi yoksa, olana gider! Bir de patrona karşı sorumluluğu var yazarın. Belki birinci sorumluluğu değil ama en âlâsı bu. Gazete bedava çıkmıyor ki. Her sayfasının bir maliyeti var. Diyelim ki, bir sayfanın maliyeti 20 bin TL. Yazar olarak bana o sayfanın beşte biri tahsis ediliyor. 4 bin TL'lik bir değeri ifade ediyor yani. Keyfe keder bir durum yok ortada anlayacağınız. Benden istenen: Asgari fiyatı 4 bin TL olan bu alanın hakkını vermem. Yönetici, o yere reklam koysa daha fazla kazanır, bu kesin. Peki, ben nasıl hakkını vereceğim o yerin? Yazdığım yazıyla tabii. Okurun teveccühüne mazhar olup onun takdirini kazanmam lazım. Yoksa, yandı gülüm keten helva! Bana tahsis edilen yerde, eşime dostuma selam göndermem mümkün mü? Mümkün. Ancak, gidip idareye 'Alın şu parayı' diyerek; bedelini saymak gibi bir şartı var bu işin. Saymadım, diyelim! O takdirde, bir defa göz yumar yönetici belki ama ikincisinde, "Kusura bakma" deyip alıverirler o hakkı elimden. İşin ticarî yanı bunu gerektirir çünkü. Ha, hemen belirteyim ki, 4 bin TL bu alanın asgari bedeli. Benden bu yere daha fazla katma değer yüklemem beklenir hep. Öyle bir yazı yazmalıyım ki, "on binlerle" hatta "yüz binlerle" ifadesini bulsun o performansım. Yoksa, zarar vermiş olurum işletmeye. Durum böyle iken kim beni lâf olsun diye "köşe yazarı" yapar? Asla yapmaz. Ticaretin kuralları içinde böyle bir nezaket yok zira. Olsa olsa, "kazan-kazan" vardır. Köşe yazarının kanunî sorumluluğunu hiç söylemiyorum. Kantarın topuzunu kaçırıp çizginin dışına çıktı mı, o çıkışın bedelini öder. Hem de yüklü bir para cezasıyla. İlla çıkmak lazımsa, 'Şeriatın kestiği parmak acımaz' deyip yürümekten başka çaresi yok bu işin. Gelelim yazarın kamuoyuna karşı sorumluluğuna. En çetini bu hiç şüphesiz. İnsana, vicdanıyla karşı karşıya kalmak gibi bir sorumluluk yüklüyor her şeyden önce. Kamu sorumluluğu, iktidarın ensesinde olmayı gerektirir. İktidarlar, halktan toplanan vergileri harcıyor zira. Gazeteci de halkın avukatı. İktidarın yanlış ve eksiğini gördüğünde hemen kulağını çekmeli. Hele su-istimal varsa işin içinde, hiç tereddüt etmeden şamarı patlatıvermeli ense köküne. Peki, ben yaptım mı bunları?!. İktidarların ensesinde her daim boza pişiremedim belki ama mesafeli durdum onlara. En azından dalkavukluk yapmadım! Her yanlışlarını söyleyemedim. Her hatalarını yüzlerine vuramadım. Bu doğru ama yalakalık yapmadım hiçbirine. Kurtarırsam ancak buradan kurtarırım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.