Avrupa, Türkiye'ye çifte standart uygulamaktan vazgeçmeli

A -
A +

eçtiğimiz hafta Brüksel'de Dışişleri Bakanımız Ali Babacan'ın katılımıyla iki başlık daha müzakereye açıldı. Hatırlanacağı üzere 2006 yılında Bilim ve Araştırma faslı açılıp kapatılmıştı. Ardından 2007 ilk yarısında Almanya dönem başkanlığında "İşletme ve sanayi politikası", "İstatistik" ve "Mali kontrol" olmak üzere üç fasılda müzakereler başlatılmıştı. Böylece toplam altı dosya açılmış, bir tanesi kapatılmış bulunuyor. Bu durum her şeye rağmen Türkiye ile müzakerelerin ilerlediği, trenin raydan çıkmadığı şeklinde yorumlanabilir. Ama bu bizi tatmin etmiyor. Yaşadıklarımız AB ile ilişkilerimize böyle iyimser bakmamıza mani oluyor. Bir kere, Kıbrıs meselesi dolayısıyla sekiz başlık askıya alınmış. İkincisi son liderler zirvesinde Mr. Sarkozy karşı çıkınca 'tam üyelik' ifadesi karar metninde yer almamış. Bu bilinçli engellemeler, halkımız nezdinde müzakerelerin geleceğine dair endişeleri artırmış bulunuyor. Nasıl artırmasın ki, bizimle aynı tarihte müzakerelere başlayan Hırvatistan 35 fasıldan 14'ünü açıp 2'sini kapatmış durumda. Bu fark Hırvatistan'ın müzakere performansının bizden üstün olmasıyla izah edilemez. İzah edilmeye kalkılırsa inandırıcı olmaz. Avrupa liderlerinden bir kısmının açıktan ve dolaylı olarak Türkiye'ye her fırsatta engel çıkarttığı ve çifte standart uyguladığı halkımızın gözünden kaçmıyor. Avrupa yazılı evrakında ve resmî söyleminde, AB ilişkilerinin 'hakkaniyet' ve 'eşit muamele' ilkeleri çerçevesinde düzenlendiğine dair ifadeler var. En bilinen örneği 1999 Helsinki Zirvesi resmî kayıtlarıdır. Orada "Türkiye'ye yönelik işlemlerde eşit muamele ilkesinin gözetileceği" yazılmıştı. Üstelik AB'nin genişlemeden sorumlu eski komiseri Gunter Verheugen "Avrupa'nın, Türkiye'ye için diğer yeni üye ülkelere uyguladığı yöntem ve standartların, kriter ve kuralların aynılarının uygulaması gerektiğini, Türkiye için daha yüksek ya da daha alçak standartların olmaması ve çifte standart uygulanmaması gerektiğini" vurgulamıştı. Ne var ki, AB'nin üye ve aday ülkelerle ilişkilerinde, özellikle de insan hakları ve azınlıkların korunması konularında, açıkça ayrımcılık yaptığı artık yaygın bir kanaat haline gelmiştir. Özellikle Türkiye'ye verilen sözler tutulmadığı gibi, bunlarla ilgili meseleler tartışıldığında konu sistematik bir şekilde çarpıtılmaktadır. Misal isteyenlere satırbaşlarıyla hatırlatalım[*]: >> Müzakere çerçevesinde yapılan ayrımcılık, >> AB'nin Türkiye'nin üyeliğine dair ayrımcı söylemleri. Türkiye'yle katılım müzakerelerinin 'açık uçlu' bırakılması, tam üyeliği değil 'imtiyazlı ortaklığı' hedeflemesi gerektiğini öne sürmeleri. Hatta Fransa'nın, 3 Ekim 2005'te müzakerelerin başlayabilmesi için Kıbrıs'ın tanınması şartını öne sürmesi, >> Müzakerelerin "tam üyelik" hedefiyle başlamışken ânîden "hazmetme kapasitesi" diye bir kavramın araya sokulması, >> Avrupa ülkelerinin KKTC'e izolasyonun kaldırılmasına dair verdikleri sözü tutmamaları, >> Kopenhag siyasi kriterleri bağlamında uygulanan çifte standart, >> AB'nin insanlığa karşı suç işlemiş iki kişiye (Öcalan ve Gotovina) farklı yaklaşımı, >> AB'nin Türkiye'deki zina tartışmalarına yaklaşımı, >> Türkiye'ye uygulanan vize rejimi. Çarşamba günü konuya devam edeceğiz. ................................ [*] Bu maddelerin geniş açıklama için "AB'nin Türkiye ile ilişkilerinde Kant'ı aramak. TESEV yayınları, 2006" rapora bakılabilir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.