Karadeniz ile Adriyatik arasında yer alan Balkan bölgesi dünyanın pek çok yerine kıyasla çeşitli ırklar, diller ve kültürler mozaiği olma özelliğini taşıyor. Osmanlı'dan önce krallar, prensler, kontlar, dukalar tarafından parsellenmişti. Birbirlerini yok etmecesine kin doluydular ve savaşıp durdular. Ne zaman ki Âl-i Osman himayesine girdiler, asırlarca nispî istikrar içinde yaşadılar. Ne zaman Osmanlı şemsiyesi üzerlerinden kalktı, birbirlerini tekrar doğradılar. Osmanlı'dan sonra Balkanlar'da altı devlet kurulmuştu. Yugoslavya'nın dağılmasıyla bu sayı on ikiye, Kosova'nın bağımsızlığını ilân etmesiyle de on üçe çıktı. "Balkanlaşma" her an patlamaya hazır imtizaçsız unsurların varlığını ifade etmek üzere dünya siyaset literatürüne girmiş bir terim. Şimdilerde Kafkaslar, Rusya, Irak, Lübnan vb. birçok yer için de kullanılıyor. Zalim Miloşeviç yönetimindeki Sırplar 1999'da Kosovalılara soykırım uygularken Avrupa seyrediyordu. ABD, Birleşmiş Milletler ve NATO'yu harekete geçirdi, katliamı durdurdu. Kosova, NATO ve BM himayesine alındı. Buna rağmen Kosova Sırbistan'ın bir parçası olmaya devam etti. BM Kosova'nın nihâî statüsünü belirlemek için Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari'e görev verdi. Ahtisaari Plânı Kosova'ya "gözetim altında bağımsızlık" verilmesini öngörüyordu. Bu plân demokratik batının tavrını belirlemesinde ve bugüne gelinmesinde belirleyici oldu. Evvelsi gün özel gündemle toplanan Kosova meclisi, Bağımsızlık Bildirgesini oy birliğiyle kabul etti. Başbakan Haşim Taçi Kosova'nın bundan böyle "bağımsız, demokratik, lâik ve çok uluslu bir ülke" olarak milletler câmiasında yer tutacağını vurguladı. Aynı saatlerde birkaç bin sırp Kosova'ya destek veren ülkelerin büyükelçilikleri önünde protesto gösterileri yapıyor ve "Kosova Sırptır, Sırp kalacaktır" diye bağırıyorlardı! ABD ve Türkiye başta olmak üzere, birçok ülke Kosova'nın bağımsızlığını hemen tanıdılar. Dileriz iki milyon nüfuslu, çoğunluğu Müslüman, farklı ırklardan oluşan dünyanın bu en genç devleti demokrasiyi başarır ve istikrar içinde gelişir. 19. yüzyıla kadar demokrasi "ayak takımının yönetimi" diye aşağılanıyordu. İngiliz başvekili Churchill (Çörçil) 1947'de Avam kamarasında demokrasi için "Demokrasi en kötü yönetim şeklidir; zaman zaman denenen diğer tüm yönetim şekillerini hariç tutarsak" demişti. Şimdi liberaller, muhafazakârlar, sosyalistler, komünistler, anarşistler ve hattâ faşistler demokrasinin faziletinden bahsetmeye, demokrat görünmeye özen gösteriyorlar. Sovyetler yıkılıp, sosyalizmin albenisi solunca, kapitalizmin ne kadar faziletli olduğu sorgulanmaya başlayınca, demokrasi Churchill'i doğrulayan tek istikrarlı yönetim şekli olarak öne çıktı. Ama demokrasinin öyle kolay yerleşmediğini bizler çok örnekleriyle biliyoruz. Dünya televizyonları Kosova'nın bağımsızlığı naklen yayınladığı saatlerde, bildik Kemalistler Kadıköy'de toplanıp, halkın %90, meclisin %80 "kabul" dediği yasa değişikliğinin yapılamayacağını iddia ediyor, "Bazı durumlarda hukukun askıya alınmasında bir zarar yoktur" diyebiliyorlardı... Bizler kanımızın damladığı coğrafyayı bir ayrı severiz. Kosova 1389 yılından beri Murad Hüdâvendigâr'ın kokusunu taşıyor. Kosova'nın bağımsızlık kararının kaynayan Balkanlar'a huzur getirmesini arzu ederiz. Halkı için zahmetli bir misyonu üstlenen Haşim Taçi'ye de başarılar dileriz.