Çin'in gelişmesini ve dünya sahnesine girişini sıradan bir olay olarak göremeyiz. Nüfusuyla, enerji talebi ve hammadde tüketimiyle, üretim ve ihracatıyla, çevreye etkisiyle her hareketi küresel bir dalga doğurmaktadır. Çin yönetimi resmî ideoloji ve "tek tip" dayatmalarıyla komünist düzeni korumaya çalışırken, vahşî kapitalizmin tarzlarını da kullanıyor. Bir taraftan küreselleşmenin nimetlerini topluyor; batılı şirketlere bâkir sahalarını açıp yatırım çekiyor, pazar ekonomisini bütün kurallarıyla işleteceğini beyan ediyor. Diğer taraftan 11 Eylül sonrası ABD'ye karşı diplomasiyle büyük güç konumu özlüyor. NATO'nun bir gün kendi sınırlarına kadar yayılacağını düşünerek, hem iş birliği yolları araştırıyor, hem de Asya-Pasifik ülkeleriyle alternatif bir dostluk ve kalkınma birliği oluşturmaya bakıyor. Hangi tezgâha yöneleceği belli olmayan filin bu hareketleri Batı'da şaşkınlık ve korkuyla izleniyor. Petrol ve kalkınma Çin ve ABD ekonomileri arasında kıyaslanamaz farklılıklar bulunmasına rağmen aralarında derin bir rekabet sürüyor. Tıpkı Soğuk savaş bitinceye kadar Sovyetler birliği ile ABD arasında yaşanan teknoloji ve silahlanma rekabeti gibi. Çin şimdilik bütün gücünü kalkınmaya vermiş bulunuyor. Ama elleri serbest, başı ağrısız değil. Çin'in olmazsa olmaz, hayatî meselesi petrol güvenliğidir. 2003 yılında 80 milyon ton petrol ithal etmiştir. Dünya Enerji Ajansına göre 2030 yılında bugünkü ABD kadar petrol ithal edecektir. O halde petrol ikmalini iktisadî, askerî ve diplomatik olarak güvenliğe almak mecburiyetindedir. Bu ise bölge, okyanuslar ve kıta güvenliği ile mümkündür. Bu açıdan bakınca ABD Japon iş birliği, ABD Kuzey Kore gerginliği ve Tayvan'la ilişkiler tayin edici gözükmektedir. Yani Çin geniş ölçüde ABD ve Avrupa'nın sağlayacağı fırsatlar ve işleyeceği yanlışlar üzerinde yaşayacaktır. Bu durum eski bir Çin sözünü hatırlatıyor: "Akıllı olan hasmının yanlışlarından faydalanır. Aptallar dostlukları bozarken, onlar düşmanlıkları dostluğa çevirir." Gelecek senaryoları Çin yöneticileri atasözlerine uygun davranabilecekler mi bilmiyoruz. Ama strateji yorumcuları umutlu değiller. Devasa meselelerin Pekinli bücürlerin boyunu aşacağı görüşündeler. Gelir dengesizliğinin 1980'li yıllardaki gibi toplumu patlatabileceğini, iç göçün, Doğu Türkistan ve Tibet bağımsızlık hareketlerinin kontrol edilemez olacağını düşünüyorlar. Eğer ekonomik başarı sağlanırsa, toplum daha demokratik ve liberal yönetim ister. Hür sendikacılık, ücret talepleri, sosyal güvence arayışları peşinden gelir. 1.3 milyarlık toplumda bölüşüm isteği iç istikrarı alt üst eder. Ekonomik reformlar başarılamaz ise, sosyal baskılar artar, bağımsızlık hareketleri yayılır ve 1991 Moskova'sını hatırlatan bir çöküş yaşanabilir. Çin Komünist Partisindeki sosyal demokratlar ayrılıp çok partili döneme geçişi zorlayabilir. Bu alternatif Halk Kurtuluş Ordusuna takılır. Çünkü onlar kendilerini Mao'nun vârisleri ve rejimin bekçisi biliyor. Ordunun devlet üzerindeki gücü azalmadıkça veya askerler demokrasiyi hazmetmedikçe bu senaryonun gerçekleşmesi mümkün görülmüyor.