Her şeye rağmen AB

A -
A +

Pazartesi yazımızda Avrupa Birliğinin ülkemize çifte standart uyguladığını, bunun AB kuruluş ilkeleriyle bağdaşmadığını ifade etmiştik. Bugün gelinen nokta bir tahterevalli oyununa benziyor. Ülkemizin tam üyeliğini destekleyen İngiltere, İsveç, İtalya, İspanya(4İ ülkeleri) ile Almanya, Avusturya ve Fransa'nın başının çektiği "ayrıcalıklı ortaklık" verelim diyenler arasında bir tahterevalli. Muvafık ülkelerde sosyal demokratlar, muhalif cenahta Hıristiyan demokratlar ağırlıklı. Bazen bizim taraf, bazen öte taraf ağır basıyor. Netice itibariyle müzakere edilmesi gereken 35 fasıldan 14'ü askıda. Geçen yıllara nazaran Türkiye'de reformlar yavaşladı, AB'nin de Türkiye'ye desteği gevşedi. Halkımızın üçte ikisi Avrupa'nın Türkiye'ye ikiyüzlü davrandığını düşünüyor. AB'ye gücenmemiz ve kızgınlığımız giderek artıyor. Esasen Türkiye muhaliflerinin istediği de bu. Kızıp kendiliğimizden sahneyi terk etmemizi bekliyorlar. Eğer AB Türkiye ilişkileri "evrensel" ve "tarafsız" ilkelere oturtulamaz ise iki taraf da zarar görecek. Biz demokratik dönüşümümüzü daha zor ve geç başaracağız. Avrupa Birliği de küresel güvenilirliğinden ve itibarından çok şey kaybedecek. Hıristiyan kulübü olarak kalacak. Bu duraksamanın aşılması, en azından kısa sürmesi için önümüzde birkaç dönemeç var. Birisi Kıbrıs meselesi. Türkiye Kıbrıs'ta çözüm sürecinin yeniden başlatılmasına çalışıyor. Fakat BM Genel Sekreteri iki taraf da çözüme yanaşmadıkça süreci başlatmaya istekli değil. İki ay sonra Güney Kıbrıs'ta yapılacak başkanlık seçimlerinde durum değişir mi bilinmez. Kosova'nın bağımsızlığını destekleyen AB, aynı gerekçelerle KKTC'nin bağımsızlığını da destekleyebilir. Nitekim Rumlar bundan endişe duymaktadır. Bu ihtimalin ağır basması Rumları masaya oturtabilir. İkinci dönemeç Türkiye'de sivil ve siyasî hakların tam yerleşmesi. Avrupa Birliği 2007 İlerleme Raporunda Türkiye'deki demokratik gelişmeler takdir ve teşvik ediliyor. Ama askerin siyasî rolünün sürdüğü, 301. maddenin aynen durduğu, azınlık haklarında ilerleme sağlanmadığı da vurgulanıyor. Yani siyasî kriterleri yerine getirmek için henüz yapacağımız çok iş var. İktisadî, hukukî, sosyal alanda AB standartlarını hayata geçirmiş bir Türkiye'nin AB üyesi olup olmaması o kadar önemli değil. Ama oraya erişmek için müzakere süreci çok önemli. O bizim için vazgeçilmez yol haritası. Bu çıpa aradan çıkarsa demokratik sürecimiz sarsılır. Özgürlük içinde kalkınma rüyamız yarıda kalır. Baksanıza Türkiye'deki demokratik uyanışı hayra yormayan, halkın tabuları sorgulamasını istemeyen, özgürlük arayışını hazmedemeyen bir kesim bütün gücüyle direniyor. Onlar Avrupa Birliğini hiç istemiyor. Onlar halkın kilit olmasına değil, kendilerinin elit kalmasına önem veriyor. İçine dönmüş, iki büklüm Türkiye onların çok hoşuna gidiyor. Ulusalcı ve elitler halkın iradesini kabullenemiyor. 22 temmuzu hâlâ hazmedemediler. Rövanş alma çabasındalar. Bir fırsatını bulup "Cumhuriyet mitinglerini" vizyona sokmaya çalışıyorlar. Gündemden bir türlü düşmeyen başörtüsü meselesini, pompalanmaya çalışılan "yeni anayasa Kemalizmin sonu olacak" korkusunu, aydınlığa kavuşmamış Kubilây senaryosuna daha bir sıkı sarılma gayretlerini başka neyle izah edersiniz? O itibarla Hükümet, sivil toplum, özgürlükçü kalemler Avrupa'nın çıkardığı engellere tepkisini belirtmekten geri kalmamalı. Ama AB reformları da tavsamadan devam etmeli. Unutmayalım 2014'te tam üyelik için altı yılımız var. Zamanı iyi değerlendirirsek bu yeterli bir süredir. Türkiye'nin üyeliği, hem kendimize, hem AB'ye, hem de küresel topluma fayda getirecektir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.