Yasaya dayanmayan baş örtüsü yasağını meclisimiz hayli dolambaçlı yollar izleyip, Anayasa değişikliği yaparak kaldırmaya karar verdi. Ama tartışmaların ve direnmelerin bitmeyeceğini tahmin ediyorduk. Nitekim gelişmeler o istikamette. Yüksek mahkemenin zorlama bir yorumuna tutunarak kızların kişilik hakkını yasaklayabilen rektörler, şimdi Anayasa değişikliğiyle açık hüküm konmasını bile yeterli bulmuyorlar. Bin dereden su getiriyorlar. Bunların bazıları inatçı, bazıları ise eyyamcı. İnatçılar anayasa hükmünü bile sulandırıp tanımama yolunu seçerken, eyyamcılar; "eh bir de YÖK kanunu 17. madde değişirse ve bu değişiklik mahkemeden dönmezse ve de örtünme şeklini tarif eden yönetmelik çıkarsa uygularız" diyorlar. Yani trafikte yeşil ışığı görmek, yolun açık olduğu anlamına gelmiyor bizim rektörlere. Ayrıca başlarına polisin gelip "durmayın, geçin!" demesini bekliyorlar. Yazıklar olsun! "Pîr" ile "pire"yi ayırt edemeyen bunak nesil demek hâlâ var ve onlar libâs-ı katranîlerine sarınarak kampüslerinde sultalarını sürdürüyorlar... İngiliz filozofu William Godwin vaktiyle şöyle uyarmış: "Eğitim gibi güçlü bir mekanizmayı ne olduğu apaçık belli olan bir kurumun yönetimi altına koymadan önce, ne yaptığınızı çok iyi düşünün. Devlet onu kendi elini güçlendirmek ve kendi kurumlarını idame ettirmek için kullanmaktan geri durmayacaktır". Türkiye'deki uygulama Godwin'in endişesini haklı çıkarmıştır. Nitekim Tevhid-i tedrisat çerçevesinde yürütülen eğitim tam bir endoktrinasyon mekanizmasına dönüşmüş bulunuyor. "Resmî eğitimin bizdeki aslî görevi, öğrencileri standardize etmek, düzene uydurmak ve gözetim altında tutmaktır. Kamu eğitimi aynı zamanda ailelere güvensizliği besleyen ve herkes için en iyi tek bir değerler sisteminin bulunduğunu ve bunu da ancak devletin belirleyebileceğini varsayan bir sistemdir"(*). Dünyanın yasak tanımayan bir iletişim içinde olduğu şu çağda, ülkemizi ne diye sâdece resmî doğruların öğretildiği, çok sahanın bilgi ve tartışma dışında tutulduğu antidemokratik ülke derekesine düşürüyoruz? Köklü çözüm galiba tüm yasakları kaldırmaktan ve siyaseti tabulardan arındırmaktan geçiyor. Her şey gün ışığına çıkmalı ve halkımız gerçekleri bilmeli. Yüce Allah'ın emri dahi, mü'minleri rencide etme pahasına, inanmayanlarca tartışılıp dururken, bir kısım dayatmalar ve resmî doğrular nasıl olup da hâlâ önümüze surlar gibi dikilebiliyor? Bu beyin yıkama nasıl olup da nesiller boyu sürüp gidebiliyor? Üniversitelerdeki yasakçıları ve baş örtüsünün serbest olmasını savunanları biliyoruz. Şimdi onların dışında üçüncü bir grup, daha geniş bir açılım teklif ediyor: "Gelin" diyorlar "Türban üzerinden kutuplaşmaya karşı demokrasi ve özgürlükleri genişletelim. Sınırlı bir özgürlük ve kısıtlı bir demokrasi anlayışı kutuplaşmaya yol açar. Hepimiz özgürlüğe; 'ötekine karşı sorumluluk' ilkesiyle bakalım ve sınırlarını da hukukî güvence altına alalım". Bu liberal yaklaşım, çok daha kucaklayıcı geliyor. Korkmayalım. Bir an önce TCK 301. madde ve emsallerini kaldıralım veya değiştirelim. Yeni anayasa ile de ifâde özgürlüğünün önündeki tüm engelleri kaldıralım. Soramadığımız tüm soruları sorabilelim. ........ (*)Mustafa Erdoğan; Eğitim ve ideoloji, Star, 16 Kasım 2006